Kültür

HAC YENİDEN DOĞMAKTIR

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’de âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâbe’dir.”

HAC YENİDEN DOĞMAKTIR

Yeryüzünde Allah’a ibadet için yapılan ilk bina (beyt), insanlar için bir hidayet vesilesi olan Kâbe-i Muazzama’dır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’de âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâbe’dir.” (Âl-i İmrân, 3/96)

Allah’ın evi (Beytullah) olarak da ifade edilen Kâbe, Allah’ın emri ile Hz. İbrahim (a.s.) tarafından oğlu Hz. İsmail ile birlikte kutsal şehir Mekke’de bina edilmiştir. Yüce Allah, Kâbe’nin yapımı tamamlanınca, “İnsanları hacca çağır ki, yürüyerek veya uzak yollardan gelen yorgun develer üstünde sana gelsinler…”(Hac, 22/27) buyurarak Hz. İbrahim’den insanları Beytullah’a davet etmesini istemiştir.Hz. Peygamber (s.a.s.) de “Ey Müslümanlar! Allah size haccı farz kıldı, haccedin!”(Müslim, Hac, 412) buyurmuştur.

Hac, Yüce Allah’ın davetine ve Peygamber Efendimiz’in tavsiyesine uyarak, Beytullah’ı ziyaret etmektir. Daha geniş anlamıyla; Mekke’de bulunan Kâbe’yi ziyaret ederek belirli vakit içinde usulüne uygun olarak tavaf etmek, Arefe günü zevalden bayram günü fecrin doğuşuna kadar Arafat’ta bir süre durmak ve yapılması gereken diğer menasiki yerine getirmek demektir.

Hac ibadeti, farziyyeti Kur’an ve sünnetle sabit olan İslam’ın beş temel esasından biridir.(Buharî, İman, 1; Müslim, İman, 19-22)Hac, aynı zamanda Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Yoluna güç yetirenlerin Kâbe’yi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” (Âl-i İmrân, 3/97)

Hz. Peygamber (s.a.s.) en üstün ameller arasında iman ve cihattan sonra hacc-ı mebrûru zikrederek, haccın önemini bildirmiştir. (Buharî, İman, 18; Müslim, İman, 135)Mebrûr hac; makbul olan, şartlarına uyularak, ihlâs ve samimiyetle yerine getirilmiş, günah ve isyan karıştırılmamış hac demektir.

Hac; ihram, “lebbeyk Allahüme lebbeyk…” diye seslenmek demek olan telbiye, tavaf, sa’y, Arafat dağında arefe günü öğleden akşam güneş batıncaya kadar kısa bir süre de olsa ayakta durup dua etmek (vakfe), şeytan taşlama, kurban kesme ve tıraş olma gibi bir takım sembol niteliğindeki uygulamaların bir araya toplandığı en büyük kulluk hareketidir. Bu yönüyle hac, kullukta zirveyi temsil eder, yani o bir kemaldir. (Riyazü’s-Sâlihîn Tercümesi, Erkam Yay. C.5, Sh. 560)

19

Hac, mü’minleri geçmiş günahlarından arındıran, onlara cennet kapılarını açan müstesna bir ibadettir. Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “İslam olmak, hicret etmek ve hac yapmak, geçmiş günahları ortadan kaldırır.” (Müslim, İman, 192) “Umre ibadeti, daha sonraki bir umreye kadar işlenecek günahlara kefarettir. Mebrûr haccın karşılığı ise, ancak cennettir.”(Buharî, Umre, 1; Müslim, Hac, 437) Bazı İslam âlimleri burada söz konusu olan günahların büyük küçük bütün günahlar olduğunu, kul hakkı konusunda da Allahu Teâlâ’nın alacaklıyı razı edip kulunu affedeceği ümit edilebilir demişlerdir.

20

Hac, sadece bedenen yapılan sıradan bir yolculuk değil; aynı zamanda insanın ruhuyla, kalbiyle, duygu ve düşünceleriyle yani bütün varlığıyla yaptığı bir manevî seyahattir. Hac, dünyevî ve uhrevî birçok faydaları bulunan, heyecan ve duygu yüklü bir ibadettir.

21

Hacda dıştan bakıldığında sembolik davranışlar şeklinde gözüken her ibadetin ve şeklin bir anlamı, mü’mini eğitici ve bilinçlendirici bir yönü vardır. Hac ibadeti esnasında bu anlam ve bilinci yakalayabilen, haccın hikmetlerine nüfuz edebilen mü’minler, eski hata ve günahlarından arınarak hayata yeni bir canlılık ve şuurla dönerler. Hac onların hayatında kalıcı etkilere sahip bir dönüm noktası olur. Mü’minin yükümlülük şartları gerçekleştiğinde bir an önce hacca gitmesinin tavsiye edilmiş olmasının bir anlamı da budur. Esasen hac ibadeti, bir bakıma, hem İslam’daki diğer ibadetlerin topluca ve bir arada sergilenişi görünümündedir, hem de namaz, oruç ve zekât ibadetlerinden izler taşır.

İhrama girmek, namazdaki iftitah tekbiri mesabesindedir; her ikisinde de dünya arkada bırakılmaktadır. İhramlının özel günlerde birtakım dünyevî zevklerden geri durması da oruç ibadetini çağrıştırır. Arafat vakfesi, insanın dünyaya ayak basışını ve kıyamette Allah’ın huzurunda bekleyişini hatırlatır. Kâbe etrafında dönerek gerçekleştirilen tavaf, kâinatın ve yaratılışın özeti, teslimiyetin ve ilâhî kadere boyun eğişin sembolü sayılır. Koşmak anlamına gelen sa’y, bir canlılık, bir arayıştır.(Diyanet İlmihali, C. I, Sh. 512-513)

Hac esnasında günlük giysilerinden soyunup, bembeyaz lekesiz ihram örtülerine bürünen Müslümanlar, her türlü gösteriş ve alâyişten uzaklaşmayı, ziynet ve servetle böbürlenmemeyi, insanlar arasındaki eşitliği, ölümü ve ötesini hatırlamayı fiilen yaşayıp öğrenmeleri yanında, kötü arzu ve alışkanlıklarından da sıyrılıp, tertemiz yeni bir yaşayışa başlama iradesini de sergilerler. İhramlı için konulan yasaklar, hiç kimseye hatta haşerelere bile zarar vermeme, bütün yaratıklara şefkat ve merhamet, zorluklara sabır, kısaca kişiye düzenli ve disiplinli yaşama melekesi kazandırır.

Böylece hac farîzasını eda eden Müslümanlar, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıkları gibi çevresindekilere faydalı olma, hiç değilse zarar vermeme alışkanlığı kazanmış olurlar. Hz. Peygamber işte bu anlayışla haccedenler için “Kim Allah için hacceder de (bu esnada, Allah’ın rızâsına uymayan) kötü söz ve davranışlardan ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, (kul hakkı müstesna) annesinin onu doğurduğu günkü gibi (günahlarından arınmış olarak hacdan) döner”(Buharî, Hac, 4; Müslim, Hac, 438) buyurmuştur.(Diyanet İlmihali, C. I, Sh. 513-514)

Görüldüğü gibi hac; mü’min için milat, yani yeni bir başlangıç, bir nevi hayatının dönüm noktasıdır. İhrama bürünerek ölümü ve ötesini hatırlayan, kötü arzu ve alışkanlıklarından kurtulan, Arafat’ta ahiretteki diriliş ve toplanmayı temsili olarak yaşayan ve orada geçmiş günahlarından arınan hacı, yeni bir ibadet heyecanı, bambaşka bir kulluk şuuru ile tertemiz, yepyeni bir hayata başlama iradesi kazanır.

Hac, tam bir ihlâs ve samimiyetle yerine getirildiği takdirde Müslümanlara tarifi imkansız manevî lezzetler sunacak, güzel ahlâki meziyetler kazandıracak, maddî-manevî pek çok fayda sağlayacaktır.

Bunun için, manevî kazanç vesilesi olan hac ibadetini yapma imkanı bulabilen Müslümanların, dikkatlerini haccın manevî boyutuna yoğunlaştırmaları gerekmektedir. Zamanlarını zorunlu ihtiyaçlar dışında olabildiğince tavaf, sa’y, namaz, zikir, tefekkür gibi ibadetler ve kutsal mekanları ziyaretlerle değerlendirmeli, alışverişe dalarak haccın feyz ve bereketinden mahrum kalmaktan sakınmalıdırlar.

Hacılarımız kutsal topraklarda bulundukları süreyi imkanlar ölçüsünde bol bol tavaf yaparak, tekrar tekrar umre yaparak, namazlarını Mescid-i Haram’da kılarak, kendisi, ailesi, yakınları ve tüm din kardeşleri için dua ederekgeçirmelidir. Medine’de bulunduğu süre içerisinde namazlarını Mescid-i Nebevî’de kılmalı, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in mübarek kabrini büyük bir edep ve hürmetle sık sık ziyaret etmelidir. Fırsat buldukça Mekke ve Medine’deki diğer kutsal mekanlarıda ziyaret etmelidir.

Yüce Rabbimizin buyruğunu yerine getirmek üzere zor ve meşakkatli yollara düşen mü’minler, bu mübarek seferden elleri boş dönmemek için çaba sarfetmelidir. Unutulmamalıdır ki, hac ibadetini yerine getirmek, Hz. Peygamber (s.a.s.)’i ve mukaddes beldeleri ziyaret etmek Allah’ın en büyük nimetlerindendir. Bu nimetlerin de bir sorumluluğu olacağı muhakkaktır.

Kutsal topraklara giderek “hacı” sıfatı kazanmış kimse, memleketine döndüğünde hacı olmanın şuur ve bilinciyle hareket etmeli, hacı olmanın vakarını korumalı, söz ve davranışlarıyla çevresindeki Müslümanları hac ibadetine özendirmelidir. Hacı olan mü’minhayrî hizmetlere öncülük etmeli,hayrın anahtarı, şerrin kilidi olmalı, özellikle ticaret olmak üzere hayatın her alanında dürüstlüğü ile topluma örnek olmalıdır.

Halk arasında yaygın olan “hacı olan kimsenin artık terazi tutmaması, bir daha ticaretle uğraşmaması gerekir” şeklindeki kanaat doğru değildir. Aksine hac ibadetini yerine getirmiş bir Müslümanın eskisinden daha aktif bir şekilde işinin ve ticaretinin başında olması, sosyal ve iktisadî hayatın içinde bulunması gerekir. Şüphesiz hac ibadetini yerine getirme bahtiyarlığına erişmiş bir Müslümana düüst ve güvenilir olmak herkesten daha çok yakışır.

Diğer taraftan şartlarını elde etmiş bir Müslümanın “Haccı tutamam” veya “hacılığı koruyamam” gibi bahanelerle hacca gitmemesi veya sürekli ertelemesi doğru değildir. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Kim, azığa ve kendisini Allah’ın evi Kâbe’ye ulaştıracak bir bineğe sahip olduğu halde haccetmezse, ha Yahudi ha Hristiyan olarak ölmüş, hiç farketmez” (Tirmizî, Hacc, 3) buyurarak, bu konuda bizleri uyarmıştır. O halde Müslümanlar olarak, hac ibadetini şartları oluştuğunda bir an evvel yerine getirmeliyiz.

                                                                              Mehmet Sönmezoğlu

                                                                               Kocaeli İl Müftüsü

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir