Kültür

TEVBE VE İSTİĞFAR ETMELİYİZ

İşte bu yanış ve pişmanlık “tevbe”dir. Ardından af dilemek için kalplerden taşan niyazlar da “istiğfar”dır.

TEVBE VE İSTİĞFAR ETMELİYİZ

Tevbe, Hakk’a dönüş demektir. Hakk’ı unutan ya da O’ndan gafil olan,dünyaya dalan bir kulun, girdiği yanlış yolun farkına varıp yüzünü ve gönlünü Rabbine yöneltmesi ve affını dilemesidir. Böyle bir kulun kalbi büyük bir nedâmetle, için için yanar ve ılık gözyaşlarıyla Rabbine gönlünü açar. İşte bu yanış ve pişmanlık “tevbe”dir. Ardından af dilemek için kalplerden taşan niyazlar da “istiğfar”dır.

TEVBE ALLAH’A YAKINLIĞIN EN MÜHİM VÂSITASIDIR

Başta peygamberler olmak üzere bütün velîler, sâlihler ve sâdıklar; darlıkta ve bollukta, kederde ve sevinçte dâimâ Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmişler ve O’na niyâz hâlinde bulunmuşlardır. Duâ ve istiğfardan müstağnî kalabilecek hiçbir kul tasavvur olunamaz. Duâ ve istiğfar, gerçek mâhiyetiyle derûnî bir nedâmet ve ilticâ mânâsını ihtivâ ettiğinden, Allâh’a yakınlığın en mühim vâsıtasıdır.

TEVBE ALLAH’A YAKINLAŞMANIN İLK ADIMIDIR

Hiç günahımız olmasa dahî, lutfedilen ilâhî nîmetlere şükredebilmemiz, tâkatimizin üzerindedir. Bu bakımdan da acziyet içinde istiğfâr etmemiz, kulluğun zarûretindendir. Cihânı gönül gözüyle temâşâ ettiğimizde görürüz ki bütün mahlûkât, ilâhî nîmetlere şükürden önce acziyetlerini îtiraf mevkiinde bulunmaktadır. Bu itibarla irâde sâhibi olan ve bu irâdeyi kullanmakta hatâdan mutlak bir sûrette sâlim kalması mümkün olmayan Âdemoğlu için istiğfar, Allâh’a takarrub/yakınlaşma yolunda atılacak ilk adımdır.

 

19

İbn-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- şöyle der:

20

 

21

“Biz, Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bir mecliste yüz defa:

«Allâh’ım! Beni bağışla ve tevbemi kabul buyur! Çünkü Sen tevbeleri çok kabûl eden ve çok merhamet edensin.» dediğini saymıştık.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26/1516; Tirmizî, Deavât, 38/3434)

 

MÂNEVÎ KİRLERDEN TEMİZLENMENİN VÂSITASIDIR

Allâh’a yöneliş ve kalbin ulvî bir seviye kazanmasında mühim bir yeri olan istiğfar, mânevî kirlerden temizlenmenin de en mühim vâsıtasıdır. Makbûl bir tevbe, kul ile Rab arasındaki engelleri ve perdeleri kaldırır, Allah Teâlâ’nın sevgisine mazhar eder. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

 

“Şüphesiz Allah, çok tevbe eden ve çok temizlenenleri sever.” (el-Bakara, 222)

 

SEHER VAKTİ İSTİĞFAR ETMEK

Seherlerden sonra nasıl ki şafak vakti gelip karanlıklar uzaklaşır ise seher vakitlerindeki istiğfarlar da, günah karanlıklarından kurtulup nurlu mağfiret şafaklarına kavuşmamızın rahmet iklîmidir!

 

Beşeriyet îcâbı herhangi bir günâha düşüldüğünde, derhâl tevbe ve istiğfâra sarılmak ve Allâh’a yönelmek îcâb eder. Zira Cenâb-ı Hak, râzı olduğu müttakî kullarını şöyle medhetmektedir:

 

“Onlar, bir kötülük yaptıkları veya kendilerine zulmettikleri zaman, Allâh’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe ve istiğfâr ederler. Zâten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri günahta bile bile ısrâr etmezler.” (Âl-i İmrân, 135)

 

“O müttakîler, geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devâm ederler.” (ez-Zâriyât, 17-18)

TEVBE EDENİN KALBİ CİLALANIP TEMİZLENİR

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur:

 

“Kul bir günah işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Şâyet o günâhı terk edip istiğfâra sarılarak tevbeye yönelirse, kalbi cilâlanır. Böyle yapmaz da tekrar günahlara dönerse, siyah noktalar artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar. İşte Hak Teâlâ Hazretleri’nin:

 

«Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları (kötü) ameller sebebiyle, kalplerinin üzeri pas tutmuştur.» (el-Mutaffifîn, 14) diye bahsettiği durum budur.” (Tirmizî, Tefsîr, 83/3334)

İSTİĞFÂRIN ÜÇ  FAYDASI

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir başka hadîslerinde, istiğfârın faydalarını şöyle beyan buyurmuşlardır:

 

“Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona ummadığı yerden rızık verir.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26/1518; İbn-i Mâce, Edeb, 57)

 

İSTİĞFAR EDENLERE MÜJDE!

Diğer taraftan tevbe ve istiğfar, dünyada ve âhirette azaptan kurtuluş vesîlesidir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurur:

 

“Allah Teâlâ Hazretleri (şu âyetle) ümmetim için bana iki emân indirdi:

Sen aralarında olduğun müddetçe Allah onlara (umûmî bir) azap indirmeyecektir.

Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe, Allah onlara azâb etmeyecektir. (el-Enfâl, 33)

Ben aralarından ayrıldığımda, (Allâh’ın azâbını önleyecek ikinci emân olan) istiğfârı kıyâmete kadar ümmetimin yanında bırakıyorum.” (Tirmizî, Tefsîr, 8/3082)

SEHER VAKİTLERİ NEDEN ÖNEMLİ?

Seher vakitleri Hak Teâlâ Hazretleri’nin kullarına ikram ve ihsanlarının sağanak hâlinde yağdığı demlerdir. Nitekim Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

 

“Rabbimiz her gece dünya semâsına iner ve:

 

«Tevbe eden yok mu, onun tevbesini kabûl edeyim? İsteyen yok mu, ona istediğini vereyim? İstiğfâr eden yok mu, onu bağışlayayım?» diye nidâ eder.” (Müslim, Müsâfirîn, 168-170)

 

Tevbenin seviye kazanabilmesi için şu hususlara da ehemmiyet vermek îcâb eder:

 

Tevbe edenin kalbinden çıkan ilk söz, “acziyet”in îtirâfı olmalıdır. İçimizdeki sefil “ben”likten bir zerre bile kalmış ise, tevbe ve duâ gayesine varamamış demektir. Tevbede istenen, ilâhî rahmet ve berekettir. Tevbede dileriz ki, sonsuz bir kudret sahibi olan Hak Teâlâ bize acısın ve üzerimize lutfunu yağdırsın!.. Yani istiğfar, dilimizle muayyen bir sayıyı doldurma faaliyeti değildir. Engin bir tefekkür ve tehassüsün eşlik ettiği bir yakarıştır.

 

TEVBEDE SAMİMÎ VE İHLÂSLI OLMALI!

Her amel-i sâlihte olduğu gibi tevbede de samîmiyet ve ihlâs şartı vardır. Öyle ki, birçok ehlullâh, ettikleri tevbelere dahî tevbekâr olmuşlardır. Yâni tevbeye muhtaç tevbelerden Allâh’a sığınmak ve âyette buyrulan “tevbeten nasûhâ” sırrına nâil olmak zarûreti vardır. Çünkü nefs ve şeytan, gönlü çelmeye yol bulamayınca, sûret-i haktan görünürler de bu defa güzellikleri ve iyilikleri telkin eden birer üstad kesilirler. Böylece kulu tuzağa düşürerek tevbeleri yele verirler.

 

TEVBE EDİLEN GÜNAHI BİR DAHA TEKRAR ETMEMELİ!

Tevbe, bir af dileme olduğundan samîmî pişmanlığın gerçekleşmesi ve affı istenen günahın bir daha yapılmaması husûsundaki kat’î azmi îcâb ettirir.

 

Bunun için Cenâb-ı Hak şöyle îkaz buyurur:

 

“…Sakın şeytan, Allâh’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokmân, 33)

Rabbimiz tevbelerimizi kabul eylesin.Amin

İlgili Makaleler