Güncel

Farklı TV.kanallarında belgesel izlemeyi seviyorum

Geçtiğimiz gün yine bir ulusal kanalımızda belgesel izlemeye koyuldum. Programın yönetmeni ve sunucusu olduğunu öğrendiğim; boylu-poslu, güçlü kas yapısıyla, doğa sporcusu olan Serdar Kılıç'ı izliyorum.

Fırsat buldukça, farklı TV.kanallarında belgesel izlemeyi seviyorum

Geçtiğimiz gün yine bir ulusal kanalımızda belgesel izlemeye koyuldum. Programın yönetmeni ve sunucusu olduğunu öğrendiğim; boylu-poslu, güçlü kas yapısıyla, doğa sporcusu olan Serdar Kılıç’ı izliyorum. Daha önce de bir kaç kez programını izlemiştim.

Doğu Afrika ülkelerden Tanzanya’yı tanıtmak üzere bu ülkenin yerlilerinden olan, Hadza kabilesinin yaşadığı doğal köye gidiyor.

Ne yalan söyleyeyim ellerinde ok-yay, mızraklarla karşısına çıkıp, tehlikeli macera yaşayacağı beklentisi içerisinde iken, tam tersi oldu. Yerel dille seslenerek koşup gelen bir yerli erkek, bilindik çıplak haliyle sarılarak sevgiyle karşıladı. Sonra diğerleri aynı sevgiyle koşup sarıldı.

Bu ikinci gelişiymiş Serdar Kılıç’ın. İlk geldiğinde tam tersi ürkek ve tedirgin olduklarını söyledi. Bizim Türk spor insanı; samimi, doğal ve yardımsever tavrıyla gönüllerini kazandığı bu av toplayıcı yerlilerle; biraz ingilizce, biraz onlardan öğrendiği yerli dilden sözlerle anlaşmış olması,-bana göre-  belgeseli daha keyifli hale getirdi.

İlk gün ona ağaç dallarından yapılmış tek kişilik bir kulübeyi verdiler. Bizim dev gibi adamın zor sığacağı bir kulübe olsa da, ona özel yapıldığını belirtmiş olmaları çok etkileyiciydi. Onların yaşamları, adet ve kültürleri hakkında bilgiler veren sporcumuz, ertesi gün çıkılacak av için, bir taraftan da onlala birlikte hazırlık yapmaya başladı.

Sabah erken saatte ok-yay ve mızraklarıyla beraber, 4-5 yerli, bizimkisi, bir de kameraman düştüler yola. Av derken, öyle toynaklı büyükbaş ve koyun- keçi düşünmeyin. Ok ile bir sincap, bir de güvercin vurabildiler. Bu kadar çok insan bu kadar az şeyle nasıl karın doyuracak, kesin kavga çıkar diye düşünecek oluyorum; küçücük hayvanlardan çıkan azıcık etleri eşit bir şekilde paylaşmaları, “yahu bunlardan kim doyar” diye aklımdan geçirirken; onların kısa boyları, sıska incecik yapılarıyla pağdaştırmam zor olmuyor. En sert etleri bile, dişleriyle rahatça koparıp yemeleri bize şaşırtıcı gelse de, Serdar Kılıç yerlilerin çene yapılarının çok güçlü olduğu ve dişlerinin de sapa sağlam olduğunu söylemesiyle bu konu anlaşılıyor. Bölgede aslan, sırtlan, leopar gibi yırtıcı hayvanların bulunduğunu; sırtlan hariç diğerlerini de avlayıp yediklerini söylüyor. Tabi bazen de aslanlar onlara saldırıp ölmelerine neden oluyor.

19

İlginç olan bir şeyde, ölülerini gömmüyor; iri gövdeli, yaşlı bir ağacın kovuğuna bırakıyorlar. Sırtlanlar gelip o ölünün kemikleri dahil her şeyini yediklerini ve böylece ölülerinin bu hayvanların içerisinde yaşadıklarına inanıyorlar. Bu nedenle de sırtlanı kutsal sayıyorlar.

20

Bu av toplayıcılığının en güzel yanının, gerçek karakovan balına ulaştıklarında, arıları kovalayıp içerisinden ihtiyaç duydukları kadarını almalarıydı. Bal ve diğer bitkilerinde sofralarında olması beni şaşırtmadı. Doğaya saygı duyup, onunla uyum içerisinde yaşamanın farkına çoktan varmışlar.

21

Köye sağ-salim dönüşleri; kadın- erkek kabile üyelerince coşku ile karşılanıyor ve toplu dans gösterisiyle süsleniyor.

Gece olunca meydanda yakılan odun ateşinin ışığında kulübelerine çekiliyorlar. Hepsinin de gözlerinin sapa-sağlam olduğunu, yerlilerle görme bozukluğuna rastlanmamasını, doğal gün ışığı kullanmalarına bağlıyor sunucumuz.

Serdar Kılıç ayrılmadan önce yanında getirdiği, doğu Anadolu’muz da el yapımı ‘yemeni’ denilen bir kaç çift papucu onlara verip, nasıl heyecanla giydiklerini izlerken, ” kültür yozlaşmasına neden olmayacak hediyeler” diye açıklama yapması Serdar Kılıç’a olan saygımı bir kat daha artıyor.

Medeniyet tek dişi kalmış canavar.

Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı’nda yazdığı gibi ‘Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar. ‘ diyerek medeniyeti canavara benzetmiş olması değilmidir?

Günümüz dünyasında medeniyeti öve öve bitiremeyenlerin ne kadar çaresiz ve mutsuz olduklarını gördükçe; yerli kabilenin doğaya saygılı, ihtiyaçları kadarını alıp, bunu eşitce paylaşmış olmaları sanki bizlerden daha mı medenice?.

Uzun sözün kısası değerli dostlar; ilkel olduklarını düşündüğümüz bu kabile insanlarının kimseyle kavgalı olmadıklarını, yaşadıkları ortama saygıyla, birbirlerine adaletli ve paylaşmacı yaklaşımlarına ne demek lazım bilemiyorum?

Medeniyet kelimesi sanki birileri tarafından bilinçaltımıza kazınmış; ve biz günümüz insanları savaşlar, kavgalar, ego çatışmalarıyla ömrümüzü geçirirken, bilinçaltımızın otomatik olarak medeniyeti önümüze koymuş olmasının farkında değiliz sanırım.

Bir sonraki yazımızda tekrar buluşmak üzere; sağlıkla, sevgiyle kalınız efendim.

İlhan Akbulut

İlgili Makaleler

89 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir