MÜSLÜMANIN MÜSLÜMANA KARŞI VAZİFELERİ
Cenab-ı Allah’a bu dünyada bizlere İslam kardeşliği nimetini nasip ettiği ve tattırdığı için, hamd ü senalar; bize güzel İslam yolunu gösteren Yüce Rasulü’ne, onun izinden gidenlere, kıyamet gününe kadar onların izini takip edecek olanlara da salât ve selamlar olsun.
MÜSLÜMANIN MÜSLÜMANA KARŞI VAZİFELERİ-ZEKERİYA ACAR-VAAZ-07.11.2025
Cenab-ı Allah’a bu dünyada bizlere İslam kardeşliği nimetini nasip ettiği ve tattırdığı için, hamd ü senalar; bize güzel İslam yolunu gösteren Yüce Rasulü’ne, onun izinden gidenlere, kıyamet gününe kadar onların izini takip edecek olanlara da salât ve selamlar olsun.
Yüce Dinimiz İslam’ın temel hedeflerinden biri toplumun huzur, barış, güven ve mutluluk içinde yaşamasını sağlamaktır. Bu hedefe ulaşabilmek için İslam’ın insanlığa öğrettiği en önemli ilkelerden birisi kardeşliktir. İslam insanlığa sadece kardeşliği değil kardeşliğin ahlakını ve hukukunu da öğretmiştir.
Müslümanlar İslam’ın kardeşlik öğretisine, kardeşlik ahlakına ve hukukuna riayet ettikleri dönemlerde toplumlarında huzur, barış ve güven içinde yaşamayı sürdürmüşlerdir. Bu ilkeye yeterince riayet etmediklerinde ise toplumlarında huzursuzluk, kargaşa, haksızlık gibi çeşitli olumsuzlar baş göstermiştir.
Günümüzde de bu tür olumsuzluklarla yaşanmaya devam edilmesi, insanlar arasındaki kardeşlik ilişkilerinin zayıfladığını göstermektedir. Bu itibarla İslam’ın insanlığa hayat veren kardeşlik anlayışını yeniden gündemimize taşıyarak, kardeşlik ilişkilerimizi geliştirip, pekiştirmemiz gerekmektedir.
Yüce Allah rengi, ırkı, dili, milliyeti, cinsiyeti, makamı, mevkii, sosyal statüsü, mali durumu ne olursa olsun İslam’a inanan, iman ekseninde birleşen bütün müminleri kardeş ilan etmiştir. Müminler arasındaki kardeşlik iman üzerine kurulu İslam kardeşliğidir. İman, kardeşlik duygusunu oluşturan en güçlü bağdır. Çünkü iman birliğinde hiçbir çıkar, menfaat, beklenti söz konusu değildir.
Bu itibarla iman kardeşliği kalıcı ve sürekli olduğu gibi kardeşliği oluşturan diğer bütün bağlardan da önde gelir. Aynı anne baba ya da aynı anne veya babanın çocukları arasında nesep kardeşliği; Hz. Adem ve Havva’nın soyundan gelmeleri itibariyle de bütün insanlar arasında yaratılış/insanlık kardeşliği vardır.
Allah (cc) müminleri iman bağıyla birbirlerine kardeş kılmıştır. Aziz ve Celil olan Allah tarafından vahiy yoluyla belirlenmiş olan bu kardeşlik müminler için büyük bir nimet ve rahmettir. Aynı zamanda bu nimet kimsenin kendi şahsi çabalamalarıyla elde edemeyeceği değerde ve cesamettedir. Rabbimiz bu hususu bizlere şu ayet-i kerime ile hatırlatmaktadır:
“Müminler ancak kardeştirler…” (Hucurat;49/10)
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini de hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz…” (Âl-i İmran;3/103)
“Ve Allah onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin yine onların kalplerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı…” (Enfal;8/63)
Bu ayetlerden açıkça anlıyoruz ki Müslümanların kardeşliği tamamen ilahîdir. İnsanlara bakılırsa tabiatlarından kaynaklı ihtilaf, cedel, cehalet, rekabet ve benzeri sebeplerden sürekli çekişme halinde olacaklardır. Lakin Rabbimiz müminlere lütfetmiş ve onları kendi katında bir kuvvet ile kardeş kılmıştır. En önemli noktaysa bunun müminlere bahşedilmiş bir nimet olduğunun vurgulanmasıdır.
“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. (Bu itibarla) ona hainlik etmez, onu yalanlamaz, onu yardımsız ve yüz üstü bırakmaz. Her Müslüman’ın diğer Müslüman’a ırzı, malı ve kanı haramdır. Takva/ihlâs işte şurada (yani kalptedir.) Kişiye şer olarak Müslüman kardeşini hakir görmesi yeter.” (Tirmizî, Birr 18)
“Kim bir Müslüman’ın dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim darda kalan bir kimsenin işini kolaylaştırırsa, Allah da dünya ve âhirette onun işlerini kolaylaştırır. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da dünya ve âhirette onun ayıplarını örter. Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da onun yardımcısı olur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 60)
“Nu”mân b. Beşîr”in naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”
(Müslim, Birr, 66)
İmanın terim olarak, “Hz.Peygambere, Allah Teala’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümleri (Zarurat-ı Diniye) tasdik etmek, O’nun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmaktır.”
İslam’ın terim olarak, “ Yüce Allah’a itaat etmek, Hz. Peygamberin din adına bildirmiş olduğu şeylerin hepsini kalp ile tasdik edip dil ile söyleyerek, inandıklarını yaşamak, sözleri ve davranışları ile kabul edip benimsediğini göstermektir.”
İslam’ın hükümlerini kısaca iki madde de özetleyebiliriz. Bunlar:
2- Allah’ın yaratıklarına şefkat ve merhamet göstermektir.
Sadece Allah’a ibadet etmekle vazifemiz bitmiyor, ahlaki görevlerimizi de yapmamız gerekiyor. Olgun bir Müslüman, sadece kendisini yaratan Allah’a karşı ibadetlerini yerine getirmekle kalmaz, Aynı zamanda bütün insanlara ve özellikle din kardeşlerine karşı da iyi davranışlar içinde bulunur; onlara elinden geldiği kadar şefkat ve merhametle muamele eder, iyilik yapar.
Çünkü Allah’a ibadet nasıl dinimizin emri ise, başta insanlar olmak üzere O’nun yarattığı diğer canlılara merhamet göstermek ve iyi davranmak da dinimizin emridir. Müslümanlar her iki görevi yerine getirdiği takdirde olgun birer mümin olurlar. Esasen ahlak ile iman ve ibadetler arasında sıkı bir bağ vardır. Allah katında makbul olan ibadet, kişiyi kötülüklerden uzaklaştıran ve güzel ahlak ile donatan ibadetlerdir
Müslümanların birbirlerine karşı yerine getirmeleri gereken bir takım hak ve vazifeleri vardır. Bu hak ve vazifeler, maddî ve mânevî alanda olabilir. Bunların yerine getirilmesi veya getirilmemesi durumunda doğacak mükâfat ve sorumluluklar da dünyevî veya uhrevî müeyyideler olarak karşımıza çıkar. Fertlerin ve toplumların eğitiminde, dünyevî müeyyideler kadar, hatta ondan daha önemli ve daha tesirli olmak üzere manevî müeyyidelerin değeri vardır. Çünkü insanlar, herhangi bir şekilde işledikleri suçları gizleyebilir ve neticede dünyalık müeyyidelerden kurtulabilirler.
Fakat âhiret inancına ve işlediği her işin Allah tarafından bilindiği, karşılığının da hesap gününde verileceği itikadına sahip olan bir kimse, nerede olursa olsun kötülük yapmaz, suç işlemez. Böylece İslâm dini, müntesiplerine, dünya hayatında yaptıkları iyi veya kötü her işin karşılığını âhirette görecekleri inancını güçlü bir müeyyide olarak öğretir ve bunu kabul etmeyenin mü’min olamayacağını bildirir.
İslâm’ın başka sistemlere üstünlüğü, inananlar için hem dünya hem âhiret sorumluluğu ve müeyyidesi getirmiş olmasıdır. Beşeri sistemler, en mükemmel kanunları yapıp, en modern tedbirleri alsalar ve en caydırıcı cezaları da koysalar, bunların hiçbiri ilâhî müeyyidenin yerini tutmaz.
Tutmadığı ve tutamayacağı tarihte görüldüğü gibi günümüzde yaşanmaktadır. Dünün ve bugünün tecrübesi, yarının da farklı olmayacağının delilidir. İyi mü’minlerden oluşan bir toplumda, suçların ve suçluların oranının yok denecek kadar az olduğu yine tarihin bizler için belgeleyip gözlerimizin önüne serdiği bir gerçektir.
Günümüzde de, İslâm’ı fert planında yaşayan kesimlerde suçluluk oranının hemen hemen yok derecesinde oluşu, konuyla ilgilenen herkesin ciddiyetle üzerinde durması gereken evrensel bir hakikattır.
“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâmı almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeye iştirak etmek, dâvete icabet etmek, aksırana “yerhamukellah” demek.” (Buhârî, Cenâiz 2; Müslim, Selâm 4. Ayrıca bk. İbn Mâce, Cenâiz 1) Başka bir Hadiste de;“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Karşılaştığın zaman selâm ver, seni dâvet ederse git, senden nasihat isterse nasihat et, aksırınca Allah’a hamdederse yerhamukellah de, hastalandığında onu ziyaret et, öldüğü zaman cenazesinin ardından git.” (Müslim, Selâm 4-5)
Bir kimse, Hak dostlarından Cüneyd-i Bağdâdî’ye:
“–Bu zamanda hakîkî kardeşlikler azaldı. Nerede o, Allah için yapılan kardeşlikler?..” deyince, Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri:
“–Eğer senin sıkıntılarına katlanacak, ihtiyaçlarını giderecek birini arıyorsan, bu zamanda öyle bir kardeşi bulamazsın. Ama kendisine Allah için yardım edeceğin, sıkıntılarına Allah rızâsı için katlanacağın bir kardeşlik istiyorsan, böyleleri pek çoktur.” buyurdu. Efendimiz buyurur;“Mü’min, başkalarıyla ülfet eder (hoş geçinir) ve kendisiyle ülfet edilir. Kimseyle ülfet etmeyen ve kendisiyle de ülfet edilmeyen kişide hayır yoktur.” (Ahmed, II, 400; V, 335; Hâkim, I, 73/59)
Sosyal olmayan ve başkalarını sosyalleştirmeyen kimsede hayır yoktur. Dolayısıyla din kardeşiyle ülfetin ilk şartı; külfeti / yük olmayı terk etmektir. Yani kardeşine lüzumsuz yere yük olmamak, bilâkis onun yükünü hafifletmeye çalışmaktır. Külfeti olmayanın ülfeti (dostluğu), zahmet vermeyenin de muhabbeti dâimî olur.
Hadisimizde konu edilen haklar, öncelikle toplumun mânevi dinamikleriyle ilgilidir.
Çünkü bunların hiç birinin, yapılmaması halinde dünyalık bir cezası, bir müeyyidesi yoktur. Fakat İslâm toplumunun maddî dinamikleri de manevi hassasiyetleri üzerine oturur. Burada sayılanların her biri, iyi insan, iyi müslüman olmanın, beşerî münasebetleri en üst seviyede tutmanın, kardeşliğin, dostluğun, yardımlaşmanın, sevinci ve kederi paylaşmanın, şefkat ve merhamet toplumu olmanın temel unsurlarıdır.
MÜSLÜMANIN PAROLASI SELAMDIR
Selâm, müslümanlar için âdeta bir paroladır. Karşılaştıkları zaman aralarındaki ilk söz selâmdır. “Önce selâm, sonra kelâm” atasözümüz bu prensibi ifade eder. Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. Allah Teâlâ ;“Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selâm verin veya ayniyle mukabele edin” (Nisâ;4/86) buyurur.
Selâmın en azı, “esselamü aleyküm” demektir. Bundan daha üstünü ise “esselâmü aleyküm ve rahmetullah” dır. Daha da uzatılıp “ve berakâtüh” ilave edilebilir. Fakat “selâmün aleyküm” demek bile kâfidir.
Kendisine selâm verilen kimse “ve aleykümüsselâm” diyerek karşılık verir. Selâm almanın en kısası budur. Verirken olduğu gibi alırken de daha artırılabilir. Bu takdirde “ve aleykümüsselam ve rahmetullah ve berakâtüh” denilir. Fakat sadece “aleykümselâm” demekle de selâma karşılık verilmiş olur. Kendisine selâm verilen tek kişi ise, selâmı alması farz-ı ayndır. Topluluğa selâm verildiğinde, içlerinden birinin veya bir kısmının selâmı alması ise farz-ı kifâyedir. Böylece diğerlerinin üzerinden farz sâkıt olur.
Selâm, müminlerin birbirine duası ve iyilik temennisidir. “Allah’ın koruması altında olasınız” veya “Selâmet, esenlik sizin üzerinize olsun ve sizden ayrılmasın” anlamlarına gelir.
HASTA KARDEŞİNİ ZİYARET ETMEK
Hastalık ve sağlık biz insanlar içindir. İnsanın her anı aynı değildir. Dinimiz sağlığa büyük önem verir. Fakat her şeye rağmen insan her zaman aynı sıhhat üzere olmaz, hastalanabilir. Peygamberler bile çeşitli hastalıklara düçâr olmuşlardır. Bu sebeple müslümanlar, hastalığı Allah’ın bir imtihanı olarak kabul ederler. Hastalıklar çeşit çeşittir ve her hastalığın şiddeti farklı derecededir.
Hastalanan insanın neş’esi gider, üzüntüsü, sıkıntı ve kederi artar, sabrı zorlanır. Hastalık insan bünyesini sarsar, moralini bozar. İşte böyle bir anda, sağlığında kendisiyle beraber olanların, hastalığında da kendisinin yanında olduğunu görmek insanı sevindirir, moralini yükseltir, terk edilmediğini ve tehlikeli bir hali olmadığını anlar, sıhhatine tekrar kavuşacağını düşünür.
Ayrıca din kardeşlerinin duasını alır ve kendisi de onlara dua eder. Hasta ziyaretinde bulunanlar, güzel temennilerde bulunur, sabır tavsiye eder ve hastanın moralini yükseltici sözler söylerler. Hastanın yanında uygunsuz sözler söylemek ve çok uzun süre kalmak doğru değildir.
ÖLENE KARŞI SON VAZİFE
Ölüm, her insanın dünya hayatında karşılaşacağı sondur. Ondan kaçmak ve kurtulmak mümkün değildir. Mü’minlerin sağlıklarında birbirlerine karşı görevlerinin sonuncusu da ölüm anında cenazeye iştirak etmek, namazını kılmak ve onu kabrine defnetmektir. Bu, ölene karşı son vazife olduğu gibi, arkada kalan yakınlarına karşı da bir hakşinaslıktır.
Müslümanlar, sevinçli anlarında olduğu gibi kederli zamanlarında da birbirlerinin yanında olmalıdırlar. İşte cenaze, bu kederli anların en acıklı ve en ibretlisidir. Ölüm hepimiz için en büyük nasihat ve derstir. Bu sebep-lerden dolayı, cenazeye iştirak etmek vazifelerimiz arasındadır. Cenazenin arkasından gitmek vazifesi, onun namazını kılmakla sona ererse de kabre defnedinceye kadar bulunmak daha faziletlidir.
DAVETE İCABET ETMEK
Dâvete icabet etmek, dâvet edilen yere gitmek, müslümanlar için önemli vazifelerden biridir. Düğün davetlerine mutlaka katılmak gerektiği ve bunun vâcip olduğu hususunda İslâm alimleri görüşbirliği içindedir. Bunun dışındaki dâvetlere katılmak sünnet ya da müstehabdır. Şu kadar var ki, haram ve günahların işlendiği dâvetlere icabet edilmesi dinimizde câiz görülmemiştir. Çünkü haram davranışlar dâvete katılmaya engel teşkil eder.
Peygamber Efendimiz, sahâbe-i kirâmın bütün dâvetlerine icabet etmiştir. Dâvet edenin toplum içindeki sosyal mevkiine, zenginlik ve fakirliğine göre bir ayırım yapmamıştır. Fakirlerin çağırılmadığı dâvetleri hoş kırşalamadığı gibi sadece zenginlerin çağırıldığı dâvetleri de kınamıştır.
Çünkü dâvetler, zengini ve fakiri, yaşlısı ve genciyle inananların birlikte bulunduğu ve aralarında ülfetin, muhabbetin, şefkat ve merhametin tezâhürünün görüldüğü bir hayır meclisi niteliği taşır. Meşru dâvetlere katılma zaruretinin sebebi de bu olsa gerekdir.
Dâvetler, dâvetçiyle dâvetlinin birbirlerine karşı saygı ve sevgisinin, insanı saymanın ve insan sayılmanın da en güzel görüntülerinden biridir.
İslâm toplumlarının hemen hepsinde olduğu gibi, özellikle ülkemizde çeşitli vesilelerle, en küçük yerleşim birimlerinden büyük şehirlere kadar yaygın olan dâvet âdetimiz, dini hayatımızın ve millî benliğimizin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bunları meşrû bir şekilde devam ettirmek, sağlıklı bir toplum yapısını korumanın da vesilesidir.
AKSIRANA DUA ETMEK
Peygamberimiz: “Aksırmak Allah’tan, esnemek şeytandandır” (Tirmizî, Edeb 7) buyurur. Hadis kitaplarımızda bunlarla ilgili pek çok rivayet vardır. Aksırmanın, sağlık açısından bedeni dinçleştirme ve zihnî uyanıklığı temin yönünden çeşitli faydaları vardır.
Buna karşılık esnemenin uyuşukluk ve miskinlik belirtisi olduğu kabul edilir. Bu durumda aksırmak bir nimettir. Her nimet gibi, bu da Allah’tandır. Allah’ın bütün nimetlerine hamdetmek, müslümanın kulluk vazifelerinden biridir. Bu sebeple, aksıran kimse “elhamdülillah” der. Aksıranın hamdettiğini duyan müslüman, “yerhamükellah” diye karşılık verir. Bunun anlamı “Allah sana rahmetiyle muâmele etsin” demektir. Aksıran da kendisine dua eden müslüman kardeşine “yehdînâ ve yehdîkümullah = Allah bize de size de hidayetini nasib etsin” diye karşılık verir. Bütün bunlar, müslümanların en küçük ayrıntılarda bile birbirlerine karşı bir takım hak ve vecibelerinin olduğunu göstermektedir.
Peygamber Efendimiz:“Allah aksırandan hoşlanır, esneyenden hoşlanmaz. Sizden biriniz aksırıp “elhamdülillah” deyince bunu işitenin “yerhamükellah” demesi, üzerine bir vecibedir. Esnemeye gelince, sizden biriniz esnediği zaman, gücünün yettiği kadarıyla onu yapmamaya ve ağzını açarak “hâh hâh” dememeye çalışsın. Çünkü bu şeytandandır ve şeytan bu halinden dolayı o kimseye güler” (Tirmizî, Edeb 7) buyurmuştur.
SENDEN NASİHAT İSTERSE NASİHAT ETMEK
Müslim’in bir rivayetinde “Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır...” şeklinde gelmesi, rivayetler arasında bir çelişki ve aykırılık olmayıp, bu hakların beş veya altı ile sınırlı olmadığının delilidir. Çünkü bunlardan başka hak ve vazifelerle ilgili hadisler de vardır. Bu ikinci rivayetteki tek fark, “Nasihat isteyene nasihat etmek” vazifesidir. Nasihat, kişinin hayrına ve kurtuluşuna vesile olan söz ve davranışların tamamını kapsayan bir tâbirdir. Mâna ve mâhiyetini, muhtevasını ve önemini bu kitabımızın ilgili kısmında açıklamaya çalıştık.
HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
- Müslümanların birbirleri üzerinde hak ve vecibeleri vardır ve bunlar maddî veya mânevî niteliklidir.
- Her hak, bir mükellefiyeti de beraberinde getirir. Mükellefiyetlerini yerine getirmeyenler mes’uldürler. Bu mes’uliyet dünyevî veya uhrevî olabilir.
- Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır.
- Hasta ziyareti sünnettir. Ziyarette edebe riâyet etmek gerekir.
- Cenazeyi teşyîde, namazını kılmak ve kabre defnetmek farz-ı kifâye, bunun dışındaki hizmetler sünnet ve müstehabdır.
- Meşru ölçüler içinde yapılan düğün dâvetine icabet vâcip, diğer meşru dâvetlere katılmak ise sünnet ya da müstehaptır.
- Aksırıp “elhamdülillah” diyene “yerhamükellah” diye mukabelede bulunmak bir vecibedir.
- Nasihat isteyene ve nasihata ihtiyacı olana nasihat etmek, yol ve yön göstermek, gücü yetenler üzerine dînî bir vazifedir.
- Müslümanlar, aralarında kardeşlik, dostluk, yardımlaşma, şefkat ve merhameti temin edecek hak ve vazifeleri kesinlikle yerine getirmelidirler.“Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine acıyıp şefkat etmede bir beden gibidirler…”(Buhari, Edep, 10/367; Müslim, Birr, 2586) Müminlerin bir beden gibi olduğu hususunun daha iyi anlaşılması için şu misal açıklayıcı olacaktır. Bir kimse hastalandığında o hastalık genellikle bir organdan kaynaklanır. Daha karmaşık hastalıklar olsa da ekseri vakıalar bu cinstendir.
Mesela, kişinin diş ağrısı vardır. Kimisinde migren gibi baş ağrıları olur. Kimilerinin de mide yahut diğer iç organlarında rahatsızlık vardır. Ağrılar başlayıp şiddetlendiğinde o vücudun diğer azaları bu ağrılara kayıtsız kalamamaktadır. Velev ki böyle bir şeyi arzulasa da mümkün değildir. Çünkü tüm vücut bu ağrılardan elem duyar. Bunun zıddı da öyledir. Kişi mutlu oldu mu bir gözü sevinçten parlarken diğer gözü sönük olmaz: “Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi içinde arzu edip istemedikçe, gerçek manada iman etmiş sayılmaz.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Peygamber Efendimiz bir Müslümanın, din ve dünya işlerinde itaat ve iyiliklerden kendisi için sevdiği şeyleri kardeşi için de sevmedikçe, kendisi için hoşlanmadığı şeylerden kardeşi için de hoşlanmadıkça tam imana sahip olamayacağını haber vermiştir. Bir Müslüman, kardeşinin dininde bir eksiklik görürse, onu ıslah etmek için çaba gösterir, onda bir hayır görürse onu destekler ve ona yardım eder. Dini ve dünyevi konularda kardeşine nasihat eder.
Hadisten Çıkarılan Hükümler
- Bir kimsenin, kendisi için sevdiği şeyi kardeşi için de sevmesinin farz oluşu ifade edilmiştir. Çünkü
kardeşi için sevmediğinde imanın nefyedilmesi, bunun farz olduğuna delalet eder.
- Allah için kardeşlik, soy kardeşliğinden daha üstündür. Bundan dolayı bu kardeşliğin hakkı daha
önce gelir.
- Hile yapmak, gıybet etmek, haset etmek; Müslümanın canına, malına, namusuna düşmanca göz
dikmek gibi bu sevgiye aykırı her türlü söz ve eylem haramdır.
- Sevgiyi fiile dökmeyi teşvik eden “Kardeşi için” gibi bazı kelimeler kullanılmıştır.
- Kirmânî rahimehullah şöyle demiştir: “Kişinin, kendisi için hoşlanmadığı bir kötülüğü kardeşi
için de istememesi imanın bir parçasıdır. Ancak bunu açıkça belirtmemiştir; çünkü bir şeyi sevmek, onun zıddını sevmemeyi gerektirir. Bu nedenle, bunu açıkça ifade etmeye gerek duymamıştır.”
Müslüman, başta mümin kardeşleri olmak üzere bütün insanların hakkına saygı gösteren ve onlara zarar verecek davranışlardan sakınan kimsedir. Bu sebeple, kendimiz için sevip arzuladığımız şeyleri mümin kardeşimiz içinde arzu etmek suretiyle Rabbimizin ve birlikte yaşadığımız insanların rızasını kazanmalı ve aramızdaki kardeşliği en ulvi noktaya çıkarmalıyız.
Müslüman kardeşimizin hakkını ihlal edersek dünyada gönül kırmakla beraber kul hakkını ihlal etmiş oluruz ki, bunun neticesi ahirette karşımıza çıkacaktır. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır;“Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashab: Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler. Rasülullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekat sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir” buyurdular. (Müslim, Birr, 59)
Hz. Peygamber’in “müflis kimdir, biliyor musunuz?” suâli, onun dünyevî planda ticarette kullanılan kelime mânasının açıklanmasına değil, muhatap toplumu aydınlatmak, doğruluk ve dürüstlüğe teşvik etmek hedefine yöneliktir. Allah Rasûlü tarafından, müflisin âhiret hayatına dönük tarifinin yapılması ve onun gerçek anlamının muhataplara açıklanması bunu gösterir.
Âhiret yoksulu sayılan müflisin durumu gerçekten de çok vahimdir. Çünkü, dünya hayatındaki müflisin iflası, zarar ve ziyanı çoğu zaman geçicidir. Bilâhare kendini toparlayıp zengin olmakla bu durum ortadan kalkabilir veya ölümle sona erebilir.
Ancak âhiret yoksulu müflisin iflası, zarar ve ziyanı süreklidir. Çünkü o gerçek anlamda helâk olmuş, dünyada kazandığı hayır ve hasenatı kaybetmiştir. Yapılan hayır ve hasenatın, üzerlerinde hakları bulunan insanlara ve alacaklılarına verilmesi, onların günahlarını da üzerine yüklenerek cehenneme atılması, artık bir insan için en korkunç cezadır. Bundan daha ağır bir hesaplaşma ve bir ceza şekli tasavvur edilemez.
Bu itibarla, Allah’ın affetmeyeceğini bildirdiği büyük günahlar arasında sayılan borç, emanet, cinayet, tecavüz, her türlü zulüm ve haksızlık, hakaret, iftira, kamu mallarına hıyanet gibi üzerinde maddî veya manevî kul hakkı bulunan bir kimse, bu hakları ödeyerek, özür dileyip helalleşerek ve Allah’a tevbe ederek yüz akıyla âhirete göçmeli ve ebedî saadetin yollarını aramalıdır.
Zira mahşer gününde ödenecek bir fidye, mal ve mülk olmayacaktır. İnsanın ibadet ve taatleri, üzerindeki kul haklarını affettirmeyecektir. Orada hiçbir hak zayi olmadığı gibi, hiçbir kimseye zulüm ve haksızlık yapılmayacaktır.
Müslümanların kardeşliği kitap ve sünnetle ilan edilmiştir. Modern dünyanın sosyal dayanışma dediği ve özlemini çekip bir türlü gerçekleşmediği oluşumu, dinimiz asırlar öncesi gerçekleştirmiştir.[4]
Mekke’den hicret eden muhacirler ile Medine’de bulunan ensar arasında gerçekleştirilen İslam kardeşliği yeryüzünde eşine az rastlanır bir husustur. O günde gerçekleştirilmiş olan İslam Kardeşliğine bugün daha fazla ihtiyaç duymaktayız.
Dün Medineli Ensar’dan olan müminler, mallarını, topraklarını ve ailelerini bırakıp göç eden Muhacirlerin ihtiyaçlarını nasıl karşıladı ise bugünde bizler mümin kardeşlerimizin ihtiyaçlarını öyle karşılamalıyız. İnananlar maddi ve manevi desteklerini kardeşlerinden esirgememelidir. Günümüzde sıkıntılar içerisinde inleyen kardeşlerimizi unutmamalıyız. Maddi ihtiyaçlarını gidermek için maddiyatımızı seferber etmeliyiz. Bunun yanında dualarımızla onlara manen destek olmalıyız.
Nitekim Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır;“Müslüman, Müslümanın
kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”
(Buhârî, Mezâlim 3)
Birlik ve beraberliğin bozulması için her daim sıkıntılar olabilmektedir. Bu sıkıntıları bir kenara bırakmanın en önemli yolu yine birlik ve beraberliğimize sahip çıkmakla gerçekleşecektir. Aynı Dine inanmış, aynı kıbleye yönelmiş, aynı Peygambere ümmet olmuş ve aynı kitabı kutsal kitap olarak kabul etmiş bizlerin birbirimizden ayrılması asla düşünülemez.
Beş vakit namaz kılmak için camiye gidip, aynı safa girip omuz omuza nasıl kenetlenerek Rabbimize yönelmişsek, sosyal hayatta da birbirimize öyle kenetlenmeli, birbirimizin ayıplarını araştırmak, birbirimizi sıkıntıya düşürecek tavırlar takınmak yerine, içimizdeki muhabbeti pekiştirecek, gönlümüzü birbirimize açacak prensipleri hayatımıza aktarmalıyız. Bu sebeple haset, kin, düşmanlık gibi Dinimizin yasakladığı çirkin davranışları bir tarafa bırakmalı, merhamet, şefkat, muhabbet, dostluk gibi güzel davranışları yaşantımızın bir parçası haline getirmeliyiz. Çünkü biz Müslüman’ız, çünkü biz kardeşiz.
İSLAM’IN KARDEŞLİK ANLAYIŞINA DAİR ÖNEMLİ HADİSLERDEN BAZILARI ŞUNLARDIR:
- Kendiniz İçin Sevdiğinizi Başkaları İçin de Sevmek:
“Sizden biriniz, kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe gerçek iman etmiş olmaz.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
- Müslüman Cemaati Tek Bir Vücuttur:
“Müminler, birbirlerine karşı sevgi, merhamet ve şefkat göstermekte bir tek vücut gibidirler. Vücudun bir uzvu ağrırsa, bütün vücut uykusuzluk ve ateşle karşılık verir.” (Buhari, Edep, 10/367; Müslim, Birr, 2586)
- Kardeşlik ve Düşmanlıktan Kaçınmak:
“Birbirinize haset etmeyin, birbirinize buğz etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, alışverişte birbirinizi düşürmeye çalışmayın; ey Allah’ın kulları, kardeş olun.” (Buhârî, Edeb, 62))
- Birbirimizi Desteklemek:
“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. (Bu itibarla) ona hainlik etmez, onu yalanlamaz, onu yardımsız ve yüz üstü bırakmaz. Her Müslüman’ın diğer Müslüman’a ırzı, malı ve kanı haramdır. Takva/ihlâs işte şurada (yani kalptedir.) Kişiye şer olarak Müslüman kardeşini hakir görmesi yeter.” (Tirmizî, Birr 18)
- Kardeşliği Korumak ve Çatışmadan Kaçınmak:
“Bir Müslümanın, kardeşini üç günden fazla küs bırakması (konuşmaması) helal değildir. Karşılaştıkları zaman birbirlerinden yüz çevirirler. Bunların en hayırlısı, önce selam verendir.” (Buhârî, Edeb 6)
- Müslümanlar Arasında Eşitlik ve Birlik:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”
(Buhârî, Mezâlim 3)
Yüce Rabbim aramızda bulunan kardeşliği en ulvi noktaya ulaştırmayı, birbirimize merhamet duyguları beslemeyi, ihtiyaçlarımızı gidermeyi, sıkıntılarımıza çare olmayı nasip etsin.
Birlik ve beraberliğimizi daim eylesin ve bizleri birbirimize düşürmek isteyenlere fırsat vermesin. Cumanız mübarek olsun. Allah’a emanet olun.



