İLİM VE EĞİTİM AHLAKLA YÜCELİR
Yüce dinimiz İslam, kadın erkek her Müslümana ilim tahsil etmeyi asli bir vazife olarak yüklemiştir. Cenâb-ı Hak, İnsan, diğer canlılardan farklı olarak, sürekli öğrenen ve daima daha iyiye ve daha güzele ulaşmaya çalışan bir varlıktır.

İLİM VE EĞİTİM AHLAKLA YÜCELİR-ZEKERİYA ACAR-VAAZ-05.09.2025
Yüce dinimiz İslam, kadın erkek her Müslümana ilim tahsil etmeyi asli bir vazife olarak yüklemiştir. Cenâb-ı Hak, İnsan, diğer canlılardan farklı olarak, sürekli öğrenen ve daima daha iyiye ve daha güzele ulaşmaya çalışan bir varlıktır. Müslüman için bu öğrenme durumu biraz daha özel bir gayeye matuftur ki, o da; faydalı ilimler öğrenip insanlığa yararlı olma ve hayatını salih ameller ile yeşertip böylece Rabbinin rızasını kazanmaktır.
İnsanın her açıdan kemale ermesi, ancak doğru bilgi ile donanması, Rabbini tanıması ve O’na gönülden iman etmesiyle mümkündür. O yüzdendir ki, Rabbimizin ilk emri “namaz kıl” veya “oruç tut” değil de ilk emri “Oku” olmuştur. (Alak, 96/1) Cenâb-ı Hak;
اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ
“Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 96/1) buyurmuş, Allah adına ve O’nun rızası doğrultusunda okuyup öğrenmeyi bizlere emretmiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), ilim yolunda olanları övmüş, fayda vermeyen ilimden Allah’a sığınmıştır. “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah’ım, dört şeyden sana sığınırım: Fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul olunmayan duadan.” (Müslim, Zikir, 73 )
Bu hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle dua etmiştir:
- “Allah’ım, dört şeyden sana sığınırım.”Yani: Sana sığınırım ve dört şeyin şerrinden korunurum:
- “Fayda vermeyen ilimden.” Yani: Sahibine fayda vermeyen ilimden, hak ve doğruluğa hidayetten ve
dünya ve ahiret işlerinde fayda görmekten sana sığınırım ve korunurum. Sihir, astroloji ve kehanet gibi şeylerden,
- “tevazu göstermeyen kalpten”“Allah’a karşı etkilenmeyen, tevazu göstermeyen, şeriat ve
taat işlerine boyun eğmeyen katı kalpten, “ve doymayan nefisten”, yani: Dünyaya ne kadar verilirse verilsin doymayan, sahibini helak kaynaklarına sürükleyen, haramları işlemeye ve arzulara dalmaya zorlayan tamahkâr ve obur nefisten Sana sığınırım,
- “Kabul edilmeyen duadan”, yani: Dua edip de duamı kabul etmemenden ve reddetmenden Sana
sığınırım. Bu, dua edenin küstahlardan olduğuna ve Allah’ın ona gazap ettiğine işarettir.
İNSAN; KENDİNİ, RABBİNİ VE ÇEVRESİNİ İLİMLE TANIR.
Arifler, Yüce Allah’ı bilmenin yolunu insanın kendisini bilmesinden de geçtiğini söylerler. “Nefsini (kendini) tanıyan Rabbini tanır” cümlesi bu hakikati anlatır. İnsanın kendini tanıması, yaratılmış olduğunu, sonradan meydana geldiğini ve aczini idrake vesile olur. Yaratılış gayesini bilgiyle öğrenir. Ahlak ve fazileti, iyilik ve takvayı eğitimle kuşanır. Hakkı batıldan, hayrı şerden, doğruyu yanlıştan hikmetle ayırır. Resûl-i Ekrem (s.a.s) şöyle buyurmuştur:“Kays b. Kesîr anlatıyor: Medine”den bir adam Dımaşk”ta bulunan Ebu”d-Derdâ”nın yanına geldi. Ebu”d-Derdâ ona, “Kardeşim, seni buraya getiren nedir?” diye sordu. Adam, “Senin Resûlullah”tan (sav) naklettiğini öğrendiğim bir hadis.” cevabını verdi… Bunun üzerine Ebu”d-Derdâ dedi ki, “Resûlullah”ı (sav) şöyle derken işittim: “Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, hoşnutluklarından dolayı ilim talebesine kanatlarını serer. Sudaki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehli âlim kişinin bağışlanması için Allah”a yakarır. Âlimin, âbide (ibadet edene) üstünlüğü, (parlaklık, görünürlük ve güzellik bakımından) ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegâne miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur.” (Tirmizî, İlim, 19)
İnsan için uğrunda yorulmaya, sıkıntı çekmeye değer en hayırlı gaye, bilgidir. Bilgi yoluna adanmak, bilgi uğrunda ortaya konulan iradî bir tavra işaret etmekte olup, gönüllü girilen bu yolda, gerekirse pek çok dünyevî zevk ve menfaatten mahrum kalmayı, çile ve zorluklara göğüs germeyi gerektirmektedir. Bu bağlamda, sadece dinî bilgiye ulaştıran değil, insanlığa faydalı olan her türlü bilgi ve yönteme götüren yol kıymetlidir.
Esasen insan bilmekle yücelir. Yaratıldığında Hz. Âdeme meleklerin secdesi, onun bilgisinden dolayı olduğu gibi, dünyada da meleklerin insana tazim ve saygısı aynı sebepten ötürü devam etmektedir. “İlim” sıfatının tecellisi ile ortaya çıkan varlıklar bilgiye, bilene karşı şükran duyguları beslerler. Bilme niteliği insanla var olduğu için, bütün varlıklar, ona olan şükran duygularını onun bağışlanması için dua ederek dışa vururlar. Âlim bilgisi ile çevresini aydınlatır. Âbid de ibadetiyle ışık verir. Ancak âlimin âbide üstünlüğü, aydınlatma bakımından ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Zira bilginin, bireyin sınırlarını aşan ve etrafını aydınlatan bir ışığı vardır.
Rabbimizin güzel isimlerinden biri de “elAlîm”dir. O, ilmin bizatihi kaynağıdır; verdiği akıl, indirdiği kitaplar ve gönderdiği peygamberler ile insanlara bilmediklerini öğretendir.
Dolayısıyla ilim; vahiyle yoğrulur, nebevi ahlakla süslenir, insanlığın hayrına kullanılırsa gerçek anlamına kavuşur. Kişiyi dünyada huzur ve mutluluğa, ahirette ebedi nimetlere ulaştırır. Hakikati öğrenen ve öğreten konumunda olan mümin ise; Kur’an ile aklı, sünnet ile hayatı, İslam ile insanlığı buluşturabildiği ölçüde sorumluluğunu yerine getirmiş olur.
YÜCE DİNİMİZ İSLAM İLME VE İRFANA, BİLGİYE VE HİKMETE BÜYÜK ÖNEM VERİR.
اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 96/1) emriyle başlayan ilk vahiy, bizleri kâinatı ve bütün varlığı vahyin ışığında okumaya ve anlamaya davet eder.
İlim elde etmek, haddizatında sadece bir bilgi yüklenme gayreti değil, aynı zamanda imanla yakından ilişkili olarak, ruhen ve fikren ilerleme çabasıdır.
وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَٓابِّ وَالْاَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ كَذٰلِكَۜ اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ غَفُورٌ
“Allah’a karşı ancak, kulları içinden âlim olanlar huşû (derin saygı) duyarlar.” (Fâtır, 35/28.) âyeti, bilgi ile iman arasındaki bu ilişkiyi güçlü bir şekilde vurgulamaktadır.
İnsan için uğrunda yorulmaya, sıkıntı çekmeye değer en hayırlı gaye, bilgidir. Bilgi yoluna adanmak, bilgi uğrunda ortaya konulan iradî bir tavra işaret etmekte olup, gönüllü girilen bu yolda, gerekirse pek çok dünyevî zevk ve menfaatten mahrum kalmayı, çile ve zorluklara göğüs germeyi gerektirmektedir. Bu bağlamda, sadece dinî bilgiye ulaştıran değil, insanlığa faydalı olan her türlü bilgi ve yönteme götüren yol kıymetlidir.
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer;39/9) ayet-i kerimesi, ilmin ve âlimin Allah katındaki değerini gösterir. Rabbimizin kalem üzerine yemin etmesi, Kur’an-ı Kerim’de “Kalem” ismiyle müstakil bir sûrenin bulunması da kadın erkek her mümin için ilmin ve bilginin ne denli kıymetli olduğuna işaret eder. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ifadesindeki “bilme”den maksat, bu âyetler bağlamında öncelikle, yalnız zor durumda kalındığı zaman değil, her zaman Allah’ı bilip tanımayı (ma‘rifetullah), bu irfan sayesinde yaratılmışlara kul olmaktan kurtulup yaratana kul olmanın önemini kavramayı ifade eder.
(Zümer;39/9) ayet-i kerimesi de; bilgi-iman birlikteliğinin bir başka ifadesidir. Âyetteki soru, Allah’ın verdiği nimete nankörlük eden, ona ortak koşan kişi ile gece vakitlerinde, secde hâlinde ve kıyamda, âhiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden kişinin mukayesesi yapılırken sorulmaktadır. Bilginin artmasına bağlı olarak Allah’a duyulan saygı ve sevginin de arttığının ifade edilmesi bilginin, kalbe, ruha ve davranışlara etkisine işaret etmektedir.
Bununla birlikte “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” cümlesi, daha genel olarak hangi konuda olursa olsun ilmin yani doğru bilginin Allah katında mutlak bir değer olduğuna işaret eder. Esasen iman da ilim sayesinde kazanılır. Nitekim kaynaklarda ilim, “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen inanç” (itikad) şeklinde tanımlanır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “İlm” md.; Cürcânî, et-Ta‘rîfât, “el-İlm” md.).
İLİM VE EĞİTİM SADECE BİLGİ YÜKLENMEK DEĞİLDİR.
Kur’an da kendisinden “ilim” olarak bahsetmektedir. Bununla birlikte vahiy şeklindeki bilgi, insanın bilme ve üretme kabiliyetini geliştiren, onu açığa çıkaran, insanı düşünmeye, bilmeye, kavramaya teşvik eden, en doğruya yönlendiren ilke ve hükümleri içermektedir. Allah insanı bilgi varlığı olarak yaratmış, bilgi elde edebilmesi için de maddî ve mânevî unsurlarla donatmıştır. Beş duyu ve akıl, insana bahşedilmiştir. Kur’an’da hakiki bilgiye ulaşmada aklın kullanılmasının önemine sıkça işaret edildiği görülmektedir:
مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
“Tevrat’ın hükümlerini uygulamakla yükümlü tutulan, fakat bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlerin hâli, ciltlerle kitap taşıyan eşeğe benzer. Allah’ın âyetlerini yalanlayan topluluğun hâli ne kötüdür! Allah zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.” (Cuma;62/5) âyeti bunun güzel bir örneğidir. Akıl tek başına bir bilgi kaynağı olmasa da bilgiye ulaştıran bir güç ve kabiliyettir.
Son vahyin ilk hitabı “Oku!” emriyle başlamış ve inananlar, kendileri, yerin ve göğün yaratılışı, tabiat olayları hakkında, kısacası varlığın her boyutu üzerinde düşünmeye davet edilmişlerdir.
Peygamberlerin mesajının özü bilgidir. Nübüvvet geleneğinin son temsilcisi olan Hz. Peygamber’in öğretisinin temelinde de “bilgi” vardır. O, kendisinin bir muallim olarak gönderildiğini belirtmiştir. Peygamberimiz;“Öğreten, öğrenen, dinleyen ya da ilmi seven/destekleyen ol, beşincisi olma, helâk olursun!” (Dârimî, Mukaddime, 26.) diyerek Müslümanlar için bilgiye dayalı bir hayat anlayışını salık vermiştir. Zira insan, bilgi merkezli bir etkinliğe ancak bu sayılanlardan birisi olmakla katılır. Onun varoluş mücadelesini sürdürmesi ancak bilgi ile mümkündür.
Aksi takdirde insanı insan yapan bu temel değerden yoksun kalır ki, bu da onun helâki demektir. İşte bundan dolayıdır ki, Peygamberimiz; “Öğreten ve öğrenen, sevap konusunda eşittir.” (İbn Mâce, Sünnet, 17.) sözüyle, bilgi alışverişini insanlar arasındaki ilişkinin temeline koymuş ve bilmeyenleri öğrenmeye, bilenleri de öğretmeye teşvik etmiştir.
Abdullah b. Mes’ûd’un rivayet ettiği şu hadisinde de Peygamberimiz, ilim öğrenme ve onu başkalarına öğretme işinin, kişiye nasıl üstünlük kazandırdığını vurgulamaktadır:“Ancak iki kişiye gıpta edilir: Onlardan biri, Allah’ın kendisine mal verdiği ve Hak yolunda o malı harcamasına imkân tanınan kişi, diğeri de Allah’ın kendisine hikmet verdiği ve onunla hüküm veren ve onu başkalarına öğreten kişidir.” (Buhârî, İlim, 15.)
Peygamber Efendimizin;“Bir ilim öğreten kimseye, onların sevabında bir eksilme olmaksızın öğrettiği ilimle amel edenlerin kazandıkları sevap kadar sevap verilir.” (İbn Mâce, Sünnet, 20) buyurması da bilgi sahibi olup onu aktarmanın kıymetini dile getirdiği gibi, bilginin davranışlara yansıması gerektiğine de işaret etmektedir.
Hz. Peygamber, ilmin ortadan kalkmasını ve cehaletin yerleşmesini kıyamet alâmetleri arasında saymıştır. Fert ve toplumlara nefes veren bilgi, varlık alanına âlimlerin eliyle çıkar. Yine onların gayretleriyle gelişir ve hayata etki eder. Âlimlerin yokluğunda elbette cahiller söz sahibi olur. Bu durum insanlar için gerçek bir tehlikedir.
En çok hadis rivayet edenlerden biri olan, Kur’an’ı ve eski kitapları okuyabilen âlim sahâbî Abdullah b. Amr’ın naklettiği bir hadis-i şerifte Peygamberimiz bu duruma şöyle dikkat çeker:“Kuşkusuz Allah, ilmi kullarının arasından çekip almaz, bilakis âlimlerin vefatıyla onu alır ve sonunda hiç âlim bırakmaz. İnsanlar da cahil kimseleri önder edinirler. Bu cahillere birtakım sorular sorulur, onlar da bilgisizce fetva verirler. Böylelikle hem kendileri sapar, hem de insanları saptırırlar.” (Buhârî, İlim, 34.)
“ÂLİMİN ÖLÜMÜ, ÂLEMİN ÖLÜMÜDÜR.” sözü ne kadar da doğrudur! Zira âlim ölürse bilgi de kaybolur. Âlimin ölmesi sadece bilginin yok olması ya da bilgi aktarımının kesilmesi değil, topluma sunulan bir kişilik modelinin, şahsiyetli duruşun, dengenin, hilmin ve hikmetin kaybolmasıdır.
Bu bakımdan burada kastedilen âlim, bir bilgin değil, aslında bir bilgedir. Âlimin ölümüyle yok olan bilgi de mâlûmat değil, nitelikli, derinlikli, tecrübe temelli, kalbe, zihne ve hayata etki etme gücüne sahip, yönlendirici bir bilgidir.
Bilgi bugün her zamankinden daha etkili bir güçtür. Gerek insan-toplum, gerekse insan-tabiat ilişkilerinde bilgi, içinde bulunduğumuz çağa adını verecek kadar etkin ve merkezî bir konuma sahiptir. Bu yönüyle bilgi insanın bir sınanma aracıdır aynı zamanda. İnsanları iyiye, doğruya ve güzele yönlendirme bilginin gücüyle mümkün olduğu gibi, insanları kötüye sevk etme ve onları sömürme de bilgi istismarıyla gerçekleşebilmektedir.
Modern dönemde insanlar, zenginleşme ve tabiata hükmetme noktasında bilginin gücünü keşfettiler. Ahlâkî kaygılardan sıyrılmış bir vaziyette, alabildiğine hırslı davranan bu çağın insanları, hayvanların, bitkilerin, eşyaların hatta bilginin, kısacası sahip olunan her şeyin kendilerine verilmiş bir emanet olduğunu unuttular. Bilginin teknolojiye dönüştürülmesi olumlu bir durum iken, menfaatleri uğruna ellerindeki teknolojik gücü sorumsuzca kullanarak, bindikleri dalı kestiler. Kısa vadede insanın hayatını kolaylaştırsa da, uzun vadede yaşam alanlarını kurutacak uygulamaları onayladılar. Kısacası insanlığın sadece ufak bir kesimini geçici de olsa faydalandırma uğruna, bilgiyi istismar ettiler.
İLMİN VE EĞİTİMİN, TALİM VE TERBİYENİN AMACI, GÜZEL AHLAKTIR, SÂLİH AMELDİR.
İyi insan yetiştirmektir. Topluma ve insanlığa faydalı olmaktır. Herkesin huzur içinde yaşayabileceği bir dünya inşa etmektir.
Şayet, ilim ve eğitim; irfanla buluşur, ahlakla yücelirse kötüler ve kötülükler toplumda yer bulamaz. Şiddetin yerine şefkat, nefretin yerine merhamet hâkim olur.
İlim ve eğitim, bilim ve teknoloji, şahsi çıkar ve ihtiraslar için kullanılır ise, insani ve ahlaki değerler hiçe sayılır.
İlim, insanlığa her alanda rehberlik eden çok değerli bir hazinedir. Zira insan, kendini ilimle bilir. Rabbini ilimle tanır. Allah’ın mesajlarını ilimle anlar. Varlığın gaye ve hikmetini ilimle kavrar. Nefsini ilimle terbiye eder. Hakkı, adaleti, ahlakı, fazileti ve doğruyu ilimle öğrenir. Yaratıcısına karşı sorumluluklarını ve kulluk görevlerini ilimle yerine getirir.
Bugün Gazze’de ve dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi korkunç silahlar ve bombalarla benzeri görülmemiş soykırım ve katliamlar yaşanır.
EĞİTİMDEN MURAD ALLAH RIZASI OLMALI
İslam, hayatımızın her safhasına dokunan, mubahı ve hatta günahı bile sevaba çevirme imkanı veren, hayatımıza anlam kazandıran mükemmel bir ilahi sistemdir. İslam’a göre Allah rızası için, samimi duygularla yapılan her şey salih amel olarak kabul görür ve sahibini hem Allah katında, hem melekût aleminde ve hem de insanlar içinde saygın bir konuma getirir.
Bu zaviyeden bakıldığı zaman Müslümanın eğitimden muradı; bir taraftan ele güne muhtaç olmadan hayatını idame ettirebilme fırsatını elde etme, bir taraftan da öğrendiği ilimler ile tüm insanlara faydalı olmak lütfuna mazhar olmaktır. Çünkü Müslüman, insanların en hayırlısının insanlara faydası dokunan kişi olduğunu bilir. Dolayısıyla dünyanın sınırlı menfaatinden çok ahiretin sınırsız ödüllerine nail olmayı hedef edinir. Bu hedefe nail olabilmesi için önce Rabbini sonra da kendini iyi tanıması gerekir. Yunus Emre’nin de dile getirdiği gibi;
İlim ilim bilmektir
Ilim kendini bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır
O halde ilim öğrenmekte öncelikli maksadımız A’lak Suresinde ki “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” emrine mütenasip Rabbimizin adıyla okumak, yani kainat kitabını okuyup tefekkür etmek ve böylece Rabbini tanımaktır.
Önümüzdeki Pazartesi günü ki; bir kısım öğrenci geçen pazartesi buluştu, milyonlarca çocuğumuz okullarıyla buluşacak. Okullar, çocuklarımızın kimlik ve karakter gelişiminde, talim ve terbiyesinde önemli bir yere sahip olan kurumlarımızdandır. Öğretmenlerimiz ise çocuklarımızı; ilimle, imanla, güzel ahlakla, doğru ve sahih bilgi ile buluşturan, geleceğimizi inşa eden müstesna şahsiyetlerdir.
ÖĞRETMENLİK, ALLAH RESÛLÜ (S.A.S)’İN ÖVDÜĞÜ BİR MESLEKTİR.
Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s), ” Ben, bir öğretmen olarak gönderildim.” (Dârimî, Mukaddime, 32) hadisiyle, öğretmenliğin önemini bizlere hatırlatmıştır.
Diğer bir rivayette de Resûl-i Ekrem Hz. Âişe”ye ise; “Allah beni sert veya katı olmak için göndermedi, beni kolaylaştıran bir öğretmen olarak gönderdi .” (Müslim,Talak,29) buyurarak kendisini eğitici ve öğretici olarak tarif etmişti.
لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْ أَنْفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
“Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Al-i İmran 3/164)
Çocuklarımızı ve gençlerimizi, milletine ve insanlığa faydalı bir nesil olarak yetiştirmek, ortak sorumluluğumuzdur. Geliniz, göz aydınlığı yavrularımızın akademik başarıları için çaba gösterdiğimiz gibi, ebedi kurtuluşları için de gayret edelim. Unutmayalım ki, zamanın şartlarına göre iyi bir eğitim almış, güzel ahlakla yetiştirilmiş bir nesil; en büyük kazancımız, en sarsılmaz gücümüz olacaktır.
Eğitimde her şeyden önce edep öğretilmeli. İlmi olup edebi olmayanın elinde ilim garip kalmıştır. Edepten mahrum olup ilim sahibi olanlar, Yüce Rabbimizin teşbihi ile kitap yüklü merkepler gibidir. (Cuma-5) Edepli insan manevi olarak bir tac giyinmiş gibidir. Öyle insanı herkes sever, hatta düşmanı bile sever. Edep harama karşı koruyucu bir zırh, helale rağbet ettiren bir çekim alanına sahip bir değerdir. Edepten yoksun olan birey, her şeyden yoksun demektir. Mevlana’nın da dediği gibi;
“Edeptir kişinin daim libası
Edepsiz insan üryana benzer.”
Edeple bezenmiş bir öğrenci, Rabbine karşı ibadetlerinde, öğretmenlerine karşı davranışlarında, ana-babasına ve nihayet içinde yaşadığı topluma ve vatanına karşı vazifelerini icra ederken kendisinden sadece güzellikler sadır olur. Edepli öğrenci Hz. Ali’nin düsturunu kendine rehber edinir. “Bana bir harf öğretene 40 yıl köle olurum” diyen Hz. Ali, “Edebin ne kadar önemli olduğunu bilseydiniz, Allah’tan rızık değil de edep isterdiniz” buyurmuştur.
Milletlerin, ailelerin ve bireylerin varlıklarını devam ettirebilmeleri için ahlâkın ehemmiyeti büyüktür. Geçmişte ve günümüzde birçok cemiyetin geçirdiği bunalım ve huzursuzluğun, nihayet bir ahlâkî çöküşe dayandığı söylenebilir. Güzel ahlâkın, toplumları yaşatan büyük bir güç olduğu; kötü ahlâkın da toplumları çökerten bir zafiyet kaynağı olduğu, tarihî hâdiselerle ispatlanmıştır.
Toplumun kalkınmasının, mutluluğunun ve huzurla varlığını sürdürmesinin temelinde güzel ahlâk yer alır. O halde eğitimin önceliklerinden biri de Ahlak olmalı. Edep, haya, doğruluk, cömertlik, güvenilirlik, fedakarlık, sözünde durmak, kadirşinaslık gibi erdemlerin aile ortamında öğretilmesi gerektiği gibi, okul ve çevrenin de bu erdemlerin meleke haline dönüşmesi için desteklemesi gerekiyor. Edeb ve güzel ahlakın olmadığı bir eğitimin faydalı olması beklenemez.
Bu gün gerek medyanın yıpratıcı etkisi ile gerekse velilerin yanlış tutumları sebebiyle öğretmenlere saygısızlık yapılması, kabul edilebilir bir şey değil. Kendisine bir harf öğretene 40 yıl köle olmayı vefa borcu gören bir zihniyetin membaı edep ve güzel ahlaktır.
Mısır seferi, Osmanlı tarihinde bir padişahın katıldığı en uzun süreli sefer-i hümayundur. Mısır fethedilip İstanbul’a dönülürken Adana civarına gelindiğinde ordu şiddetli bir yağmura yakalanır. Ortalık çamur deryasına dönmüştür. O bölgede konaklama kararı verilir. Ertesi gün yolculuğa devam edilir. Sultan Selim Han, devrinin büyük ilim adamlarından Kemal Paşazade ile sohbet ederek yol almaktadır. Bir ara Kemal Paşazade’nin atı tökezler ve atın ayağından sıçrayan çamur, padişahın kaftanını kirletir. Kemal Paşazade son derece mahcup olmuştur. Yavuz Sultan Selim, bu büyük ilim adamını mahcup etmemek için hizmetçilerine der ki:“Ulemâdan sıçrayan çamur medâr-ı zînet ve bâis-i mefharet olur. Öldüğüm zaman bu kaftanı üzerime örtün”.
Yavuz’un bu vasiyeti alimlere, hocalara ve öğretmenlere ne denli saygı gösterildiğinin en canlı şahididir. Hal böyle iken, öğretmene saygısızlık yapmak, laf yetiştirmek, el kaldırmak veya Allah korusun canına kasdetmek gibi tavırlar sergileniyorsa bu hatanın membaını başta yetkililer ve tüm veliler iyice düşünmelidirler. 1400 yıllık kadim geleneğimizde muallimlere saygı, hürmetten başka bir duygu-davranış görülmüş değildir.
EĞİTİMDEN MURADIMIZ MİLLİ VE MANEVİ DEĞERLERİ TANIMAK VE SAHİP ÇIKMAK OLMALIDIR!
Eğitimde hedefimiz, şahsi menfaatlerimizin üstünde ümmetin menfaatlerini, tüm insanlığın menfaatlerini öncelemek ve kendini ona göre yetiştirmek olmalıdır. Furkan suresi 74. ayet-i kerime bizlere böyle bir hedefimizin olması gerektiğine dair uyarıyor.
وَالَّذٖينَ يَقُولُونَ رَبَّـنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقٖينَ اِمَاماً
“Onlar, “Ey rabbimiz!” derler, “Bize mutluluk getirecek eşler ve çocuklar bahşet; bizi günahtan sakınanlara öncü yap!” (Furkan;25/74)
Müslümanlardan kendini ilim ve irfana, din ve dünya işlerine verip söz sahibi olanların her zaman sosyal hayatta örnek olmaları, toplumun ve ülkenin güven ve huzuru, refah ve selameti, aynı zamanda devamlılığı için gereklidir. Kur’an-ı Kerim bu ayeti kerime ile önderlik ve liderliği ancak bu gibi faziletli ve bilgili dindarlara layık görmekte ve onları bu konuya teşvik etmektedir.
Önümüzdeki hafta yirmi milyonu aşkın öğrencimizle üniversite öncesi okullarımız, ardından da sekiz milyonu aşan öğrencimizle üniversitelerimiz eğitim öğretime başlayacaktır. En büyük zenginliğimiz olan çocuklarımızı ve gençlerimizi ilim, irfan, bilgi, hikmet ve güzel ahlakla yetiştirmek millet olarak en önemli sorumluluğumuzdur.
Aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığımıza bağlı 4-6 yaş grubu Kur’an kurslarımız, eğitim-öğretime başlıyor. Çocuklarımızı, gençlerimizi, kadın erkek her yaştan insanımızı Kur’an kurslarımıza ve camilerimize bekliyoruz.
Kur’an-ı Kerimin muhatabı olan biz Müslümanlar ise bir taraftan yavrularımıza bu duygularla dua etmeli öteki taraftan bu yüce mefkûreye sahip olmaları ve bu hedefe ulaşabilmeleri için eğitimi ciddiye almaları gerektiği bilincini oluşturmalıyız.
Çocuklarımıza sadece kendi gelecekleri ve özel hayatlarına matuf hedef göstermek elbette eksik ve yanlış bir yöntemdir. Bu ümmetin yeni Ömerlere, Halid bin Velidlere, Selahaddini Eyyübilere, Hz. Aişelere, Hz. Fatımalara, Fatihlere, İbn-i Sinalara, Harizmilere, Ali Kuşculara, Farabilere ihtiyacı var. Eğer idarecilikte, tıp alanında, teknoloji dalında, sanatta böyle güzide insanlar yetiştiremezsek, birilerinin kurduğu sistem içerisinde varlık mücadelesi vermeye çalışır ama Allah’ın;
وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
“Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. İnanıyorsanız en üstün sizsiniz” (Al-i İmran3/139) müjdesine nail olamayız ve dolayısıyla İslam Medeniyetinin o şaşalı dönemlerini tekrar yakalayamayız. Bu ise istenilen bir durum değildir. Çocuklar “önce vatan-millet, sonra ana ve yar“ şuuruyla yetiştirilmeli.
Eğitimde bu bilinç kazandırılmalı. Ecdadını karalayan, sözüm ona tarafsızlık ilkesiyle atalarında kusur bulup bunu yeni nesillere anlatan bir eğitmen bir öğretmen ancak o neslin köklerinin kurumasına sebebiyet verir. Kimsenin buna haddi de hakkı da yoktur. Merhum Mehmet Akif’in dile getirdiği gibi:
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! …
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Eğitimde gençlere bu ruh verilmedikten sonra, batının kirli yüzünü bilmeyen yeni nesil ecdadına düşman olup özgürlüğü ve insanca yaşamayı onlardan umacaktır. Dolayısıyla doğru ve yanlı tarih anlatımıyla yani ecdadın kahramanlıklarını, adaletini, bilime sağladığı katkılarını anlatıp, özüne vurgun, dini, vatanı ve milleti için kalbi çarpan nesiller yetiştirmek eğitimden muradımız olmalıdır.
Bir kişi ile başlayan bir dava kısa zamanda neredeyse cihanın her tarafına yayılmıştır. (Bir çiçekle bahar olmaz) Öyle ki; güzel ahlakları ile gönülleri fethetmiş ve bir çok insanın Müslüman olmasına vesile olmuşlardır. Adaletleri ile gönülleri fethedip, Katoliklerden baskı gören Ortodoks Grandük Notaras Ortodokslar’a “Başımızda kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi arzu ederiz” dedirtmişlerdir.
(Fatih’in İstanbul kuşatmasına başlaması üzerine Bizans Kralı Konstantin, Papa’ya haber göndererek Ortodoks Kilisesi’yle Katolik Kilisesi’ni birleştirmeye hazır olduğunu duyurdu. 12 Aralık 1452’de Ayasofya’da Katolik ayini düzenlendi. Ortodoks halk ve din adamlarının çoğu bunu protesto etti. Ortodoksluktan vazgeçmeyen Bizans halkı, Katolik Papalığa borçlu kalmaktansa Osmanlılar tarafından yönetilmeyi tercih ediyordu. Şehirde birleşme protesto edilirken Ortodoks Grandük Notaras Bizanslılar’ın duygularını “Şehirde kardinal külahı görmektense Türk sarığını yeğlerim” diye dile getirdi.)
Bu adil idare sistemiyledir ki İspanya Yahudileri uğradıkları zulümden kurtulmanın yolunu bir insanlık, adalet adası olan Osmanlı’ya sığınmakta bulmuşlardır ve Osmanlı 6 asır boyunca, bütün mazlumlara, sığınmak isteyen her kesime bir kucak açmıştır.
Diline, dinine, etnik kökenine bakmadan Osmanlı’ya, bu ata yurda kim gelmek istemişse, kim kapısını çalmışsa kapısını her zaman açmıştır. 6 asırdır hüküm sürdüğü hangi coğrafya olursa olsun, o coğrafyada da kimsenin dinine, diline etnik kökenine hiçbir şekilde baskı yapmamış, adil bir irade hüküm sürmüştür.
Bugün bunun örneklerini işte bugün Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de yaşanan hadiseleri gördüğümüzde aslında Osmanlı adaletinin Filistin’de bir Yahudi’nin, Hristiyan’ın, Müslüman’ın nasıl birlikte yaşama kültürünü geliştirdiğini hep birlikte gözler önüne sermektedir. Yüzyıllar boyunca herkes kendi inancıyla bir arada yaşamanın özgürlüğünü bu idare sistemiyle yerine getirmiştir. İşte bugün de aslında dünyanın aradığı, ihtiyaç duyduğu adaletli sistem arayışıdır.
Allah insanları görüntü olarak farklı yarattığı gibi kabiliyet olarak da farklı yaratmıştır.
Çünkü hayatımız çok yönlü bir yaşam döngüsünden ibarettir. Bir taraftan çiftçilik yapılmalı, bir taraftan hayvancılık, bir taraftan temizlik hizmetleri yürütülmeli, bir taraftan sağlık hizmetleri yürütülmeli yine bir taraftan sanayi ve teknolojide hamleler yapılmalı.
İşte eğitim ve öğretim ile iştigal eden yetkililer kendilerine uzun yıllar boyunca emanet ettiğimiz çocuklarımızın her birini birer zenginlik olarak görmeli ve herkesin istidadına göre meslek dallarına yönlendirmeli. Çünkü çocuklar ve genç nüfus geleceğin mimarları ve bir ülkenin sahip olduğu en büyük zenginliktir. Onlar iyi yetişirse gelecekten ümitvar olmak mümkün olacaktır. Sorgulama ve sistemli düşünmeyi öğrenmiş, muhakeme yeteneği kazandırılmış vicdanlı nesiller ile geleceğe umutla bakılabilecektir. Şanlı medeniyetimizin en güzide kurumlarından biri olan Ahilik teşkilatı öncelikle bir eğitim öğretim kurumu idi.
İşte eğitim, insana bu yüce değerleri öğrettiği sürece, kendisiyle ve devletiyle barışık huzurlu bireyler yetiştirecek ve toplumsal huzur elde edilmiş olacaktır. Sohbetin başında da belirtiğimiz gibi, eğitim Rıza-i Bari’yi kazanmak için bir araçtır. İnsana, yeryüzünde Allah’ın halifesi olduğu şuurunu veren, yaptığı her şeyden ve söylediği her sözden Allah’a hesap vereceğini bilmesidir eğitim. Böyle de kalmalıdır.
Bu süreçte evimizin de bir eğitim yuvası olduğunu unutmayalım. Evlatlarımızdan ilgi ve desteğimizi esirgemeyelim. Onlara okulu, öğretmeni, hocayı, kitabı sevdirelim. Bu vesileyle yeni eğitim-öğretim yılının öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz, tüm ailelerimiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.
O halde Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in mirasına sahip çıkalım. İlmi, Hakk’ın sevgisini kazanmak için talep eden ve bildiğiyle amel edenlerden olalım. Yarınlarımızın teminatı olan evlatlarımızın ilim, irfan, hikmet ve güzel ahlakı kuşanmış bireyler olarak yetişmeleri için gayret gösterelim.
Konuyla ilgili detaylı bilgiyi il ve ilçe müftülüklerimizden alabilirsiniz. Bu vesileyle yeni eğitim-öğretim döneminin öğrencilerimize, öğretmenlerimize, Kur’an kursu öğreticilerimize, ailelerimize ve aziz milletimize hayırlı olmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.
Sohbetimi, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu duasıyla bitiriyorum: “Allah’ım! Bana öğrettiklerinle beni faydalandır. Fayda verecek ilmi bana öğret ve ilmimi artır.” (Tirmizî, Deavât 128)