Güncel
MERHAMET PEYGAMBERİMİZ (S.A.S.)
Rahmet”, merhamete muhtaç olana iyilik etmeyi gerektiren şefkat duygusu olarak tarif edilmiştir.

MERHAMET PEYGAMBERİMİZ (S.A.S.) -1
Bütün peygamberler, Allah’ın insanlara bir lûtfu ve rahmetidir. Peygamberimizin son peygamber olması, peygamberliğinin, cinler de dahil herkesi içine alması ve herkesin bir şekilde O’nun peygamberliğinin rahmetinden istifade etmesindendir ki, O bize Kur’an’da, âlemlere rahmet olarak tanıtılmıştır: “Biz seni bütün insanlar için sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107)
“Rahmet”, merhamete muhtaç olana iyilik etmeyi gerektiren şefkat duygusu olarak tarif edilmiştir. Bu kelime, bazen mücerret bir şefkat duygusu, bazen de şefkatten mücerret bir iyilik duygusu manasına kullanılmaktadır. Yani rahmette hem şefkat, hem de iyilik etmek manaları vardır. Rahmet Allah’tan olunca, ihsan, lütuf ve ikram manalarıma; insanlardan olunca da şefkat ve acıyıp iyi muamele etmek anlamlarına gelmektedir.
Rahmet, Allah’ın sıfatlarından olup, Kur’an’ın farklı ayetlerinde üzerinde durulmaktadır: “Düzeltilmiş olan ülkeyi ifsat etmeyin. Hem endişe, hem de ümit ile O’na yalvarın. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti iyi kimselere yakındır.” (A’râf, 7/56), “Senin mağfireti bol Rabb’in, merhametlidir. Eğer işledikleri suçları sebebiyle onları cezalandıracak olsaydı, azabı onlara hemen gönderirdi. Fakat onlar için belirlenmiş bir süre vardır ki o vâde geldiğinde Allah’ın cezasından kaçıp sığınacak hiçbir yer bulamazlar.” (Kehf, 18/58), “Allah, imanınızı zayi edecek değildir. Çünkü Allah, insanlara karşı pek şefkatlidir, çok merhametlidir.” (Bakara, 2/143) “Siz de Allah’ın sizi affedip müsamaha göstermesini arzu etmez misiniz? Allah gerçekten Gafurdur, Rahimdir.” (Nûr, 24/22)
Şefkat hissi, özellikle eğitimle ilgilenenler, anne-babalar, yönetici olanlar, genelde de tüm insanlar için bulunması gerekli olan bir vasıftır. Kalbi katı olan birisinin gerçek bir eğitimci, terbiyeci olması düşünülemez. Zira rahmet, kalbî bir kıpırdanış, rûhî bir teessür ve insanı, terbiye ettiği kimseleri hafife almaktan engelleyen bir duygudur. Hz. Muhammed (s.a.s), bütün insanlığın, hatta âlemlerin muallimi olduğuna göre, rahmet duygusunun en fazla onda bulunması gerekir.
O’nun rahmeti sadece inanan insanları değil, aynı zamanda bütün insanlığı içine alan bir rahmettir. Bu rahmet, hem dînî, hem de dünyevî yöndendir. Dînî yönden rahmet olması: Hz. Peygamber (s.a.s.), insanlar cahiliye dediğimiz karanlık bir devrede, dalâlet içerisindeyken ve aynı zamanda ehl-i kitabın da, kendi kitaplarında ihtilafa düştükleri bir dönemde gönderilmiştir. Böylece Allah onu, gerçeği aramaya ve kurtuluş ile mükâfatı kazanmaya hiçbir yolun bulunmadığı bir zamanda göndermiş, onunla insanlara, hidayete giden yolları göstermiştir. Dünyevî bakımdan rahmet olması: İnsanlık onun sayesinde pek çok zilletten, harpten, kargaşadan kurtulmuş, gerçek sulha ve huzura kavuşmuştur.
Resûlullah’ın rahmeti, müslümanları, gayr-ı müslimleri, dostları, düşmanları, hürleri, köleleri, büyükleri, küçükleri, hatta insanların yanında hayvanları da içine alacak kadar geniş bir rahmettir. O’nun rahmeti, mü’mine hidayet, münafığın hayatı için bir amân, kafire de ilâhî azabın te’hiri şeklinde tecellî etmiş, münafıklar, bu rahmet sayesinde dünyada azap görmemişler, müslümanlarla içli dışlı yaşamışlar, onların istifade ettikleri haklardan istifade etmişler ve onların bu durumları yüzlerine vurulmamıştır.
Daha önceki milletler, Allah’a karşı yaptıkları isyanlardan toptan helak edildikleri halde, Resûlullah geldikten sonra böyle bir durum söz konusu olmamıştır. Böylelikle kafirler de bu rahmetten istifade etmişlerdir. Yani onun varlığı, azabın gelmesini önleyen bir özelliğe sahiptir. Nitekim Yüce Allah; “Halbuki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz; eğer onlar istiğfar ederlerse Allah bu takdirde de onlara azap etmez.” (Enfâl, 8/33) buyurmaktadır. Allah Resûlü (s.a.s.) de bununla ilgili şöyle buyurmuştur: “Ben rahmet olarak gönderildim, lanetçi olarak değil.” (Müslim, Birr, 87)
Hz. Peygamber (s.a.s.); “Ben Muhammed’im, Ben Ahmed’im, Ben Mukaffî -son peygamberim- Ben Hâşir’im. Ben tevbe ve rahmet peygamberiyim” (Müslim, Fezâil 126; Ahmed b. Hanbel, 4/395) buyurmuştur. Allah Resûlünün rahmetinin genişliğinden, Cibril’in dahi istifade ettiği rivayet edilmektedir. Bir gün Hz. Peygamber Cibril’e sorar: “Sana da bu rahmetten bir şey ulaştı mı?” Cibril: Evet Ya Resûlallah! Çünkü ben de âkibetimden emin değildim. Ne zaman ki: “Kuşkusuz o, değerli bir elçinin sözüdür. O elçi güçlü, Arş’ın sahibinin yanında çok itibarlıdır. Orada ona itaat edilir, güvenilir” (Tekvîr, 81/19-20) ayeti nazil oldu, ben de emniyete erdim” buyurmuştur.
Cenâb-ı Hakk, Resûlullah’a merhametli olmasını ve mü’minlere kanat germesini tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: “Ve müminlere kol kanat ger, şefkatle koru onları” (Hicr 15/88), “Sana tabi olan müminlere kol kanat ger.” (Şuârâ 26/215) Yüce Allah diğer ayet-i kerimelerde de Hz. Peygamber (s.a.s.)’in onlar için bir rahmet olduğunu bildirmiştir: “Onlardan bazıları Peygamberi incitmek için ‘O herkese kulak veren safın biridir’ derler. De ki: ‘Evet öyledir, ama hep hakkınızdaki iyi sözlere kulak veren biridir, Allah’a inanır, mü’minlere güvenir. İman edenleriniz için bir rahmettir O!” İşte böylesi bir Allah Resûlünü incitenler yok mu? En acı azap onlara olacaktır.” (Tevbe 9/61) Ayrıca kendisine ait iki isimle de O’nu vasıflandırmıştır; “Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki, zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, mü’minlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 9/128)
Hz. Peygamber (s.a.s.), ümmetine o kadar düşkündür ki, zaman zaman bu yüzden gözyaşı bile dökmektedir. Bir gün Resûlullah, Hz. İbrahim (a.s.) hakkındaki; “Ya Rabbi, doğrusu onlar (putlar) insanların birçoğunu saptırdılar. Artık bundan sonra kim bana tabi olursa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse o da senin merhametine kalmıştır, şüphesiz Sen Gafursun, Rahimsin” (İbrâhim 14/36) ayeti ile Hz. İsa hakkındaki; “Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Senin kullarındır. Onları affedersen, üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi ancak Sensin” (Mâide 5/118) ayetini okuyarak ellerini kaldırmış: “Ya Rabbi! Ümmetî! Ümmetî!” diye dua etmiş ve gözyaşı dökmüştür. Bunun üzerine Allah Teâlâ: “Ya Cibril! Muhammed’e git, O’na niçin ağladığını sor -Rabbin O’nun niçin ağladığını pekâlâ bilir ya-“ demiş. Cibril (a.s.) de O’na gelerek sormuş. Resûlullah da kendisinin ne söylediğini ona haber vermiş -Halbuki Allah O’nun ne söylediğini pekalâ bilir.- Nihayet Allah: “Ya Cibril! Git Muhammed’e şunu söyle: Biz seni ümmetin hakkında razı edeceğiz ve seni üzmeyeceğiz” (Müslim, Îman, 346) buyurmuştur. Ayrıca, “Rabbin sana verecek ve sen hoşnut olacaksın” (Duhâ 93/5) ayetiyle de bu durum te’yid edilmiştir.
MERHAMET PEYGAMBERİMİZ (S.A.S.) -2
Hz. Peygamber (s.a.s.), insanları inanmadıkları zaman karşılaşacakları kötü akıbet karşısında uyarıyor ve onları hidayete davet ediyordu. Ancak onlar, kendilerini hayra çağıran bu insana karşı koyuyorlar ve inanmak istemiyorlardı. Bu durum karşısında şefkat ve merhamet timsali Allah Elçisi dayanamıyor, sıkıntılı anlar geçiriyordu. Kur’an-ı Kerim bunu şöyle haber vermektedir: “Şimdi, bu söze inanmazlarsa, demek sen onların ardına düşüp nerdeyse kendi kendini yiyip tüketeceksin!” (Kehf 18/6), “Onlar iman etmiyor diye üzüntüden neredeyse kendini yiyip tüketeceksin.” (Şuârâ 26/3) Resûlullah’ın bu sıkıntısını gidermek, onu rahatlatmak için Yüce Allah, hidayet ve dalâletin kendi elinde olduğunu belirterek şöyle buyurmuştur: “… Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini doğru yola iletir. O halde insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme! Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını bilir.” (Fâtır 35/8)
Resûlullah (s.a.s.), son derece hassas ve gözü yaşlı bir insandı. Fakirlere acır, İnsan, hayvan bütün canlılara şefkat ve merhametle muamele eder, halka da hayvanlara karşı şefkatli olmalarını tavsiye ederdi. Rahmet, Hz. Peygamber’in âdeta rûhu, O’nun yaratılıştan kendisinde bulunan güzel bir hasletiydi. O, şefkat ve merhameti, içinden gelerek gönülden tatbik ediyordu.
Bu rahmet duygusundan dolayıdır ki O; namazı uzun kıldırıp da başkalarına sıkıntı verdiğinden dolayı birini azarlamış; namazda çocuk sesini duyunca, namazı kısa kesmiş; çocuklarını sevip okşamayanı ikaz etmiştir. Bir köpeğe acıyıp, onun susuzluğunu gideren bir kişinin bu davranışını övmüş ve cennete gitmesine sebep göstermiş; bir kedinin ölümüne sebep olan birisini de cehennemlik olarak vasıflandırmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Allah, ancak merhametli kullarına merhamet eder.” “Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.” (Tirmizî, Birr, 16) buyurarak ümmetini de merhametli olmaya teşvik etmiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in âlemlere rahmet olduğu Kur’an-ı Kerim’in değişik ayetlerinde ifade edilmektedir. “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya, 21/107) ayet-i kerimesi bu hakikati açıkça göstermektedir.
Sevgili Peygamberimizin, âlemlere rahmet oluşunu biraz izah etmeye çalışalım. Mesela, âlemin bir parçası olan bütün insanlık ve hususiyle de bizim için Allah Resûlü bir rahmettir. Öyle bir rahmet ki; O’nun sayesinde bütün karanlıklar aydınlığa dönüşmüş, insanlık cehalet ve zulüm çukuruna yuvarlanmaktan kurtulmuştur.
Dünya topyekûn bir mateme bürünmüş iken, O’nun engin şefkat ve merhametiyle insanların yüzleri gülmüş; yetimler, kimsesiz, yoksul, zayıf ve düşkünler sahipsizlikten kurtularak, sevinç ve mutluluğa kavuşmuştur. En önemlisi de küfrün ve dalaletin korkunç girdabından kurtulup iman nimetini elde etmemiz O’nun sayesinde mümkün olmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.s.) bizim için bir rahmet kaynağıdır. Ancak O’na gönül veren, tam manasıyla itaat eden, O’nun sünnetine sarılıp yolundan gidenler bu rahmet deryasından istifade edebilirler. Bu sayede hem dünya, hem de ahiret mutluluğunu kazanmış olurlar.
Allah Resulü, aynı zamanda hayvanlar âlemi, taşlar ve ağaçlar gibi cansız varlıklar için de bir rahmettir. Çünkü Allah Teâlâ, O’nun vasıtasıyla yerde, gökte ne varsa hepsini insanın emrine musahhar kıldığını bildirmiş ve bunlardan istifade etme yolunu göstermiştir. Bizler de, Allah Resûlü sayesinde hiçbir canlının boş yere yaratılmadığını, her şeyin bir manası ve hikmeti olduğunu öğrendik.
Bütün yaratılmışlara karşı sorumlu olduğumuzu, hiçbir şeye hor bakmamamız gerektiğini, bütün mahlûkata sevgi, şefkat ve merhametle muamele etmemiz gerektiğini de bize, O öğretti.
Hz. Peygamber (s.a.s.), hayvanların keyfi bir şekilde öldürülmesini, zevk için dövüştürülmesini, nişan atılan hedefler yerine konulmasını, onlara eziyet edilmesini, taşıyamayacağı kadar ağır yük yüklenmesini, yüzlerine vurulmasını yasaklamış; hayvanlara merhametli davranılmasını, iyi bakılıp beslenmesini emir ve tavsiye etmiştir.
O, öyle geniş bir rahmettir ki, ahirette “Rahmeten lilâlemîn” olduğunun bir ifadesi olarak mücrimlere ve günahkârlara da şefaat edecektir. İslam alimleri, Reasulullah (s.a.s.)’ın mahşerde herkese rahmet olacağını ifade etmektedirler. Kafirler, O’nun âlemlere rahmet olması sayesinde mahşerin dehşeti, şiddeti ve bunaltıcı havasından kurtulacak, hesapları çabuk görülecektir. Yukarıda da ifade edildiği gibi Efendimiz (s.a.s.), ahirette müminlere şefaat edecektir. Bu müjdeyi Allah Resulü (s.a.s.) bize, “Her Peygamberin bir duası vardır. Ben ise duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için saklıyorum” (Müsned-i Ahmed, c.1, s.295-296) ifadeleriyle vermektedir.
Başka bir hadislerinde yine Allah Resulü, ümmeti içinde büyük günah işleyenlere şefaat edeceğini bildirmektedir. Bu; büyük günahlar işlemiş, düşmüş kalkmış fakat ümidini yitirmemiş, imanla ve ümitle İlahi huzura gelmiş ne kadar mücrim-günahkâr varsa hepsi için büyük bir müjdedir.
Yüce Rabbimiz O’na, “Şefaat et! Şefaatin kabul görecektir” buyuracaktır. Biz ümmetine çok düşkün olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de bu teveccühü değerlendirecek; başını yere koyup, “Ümmetim, Ümmetim!” diye yalvaracak ve bağışlanmamızı isteyecektir. (Müsned-i Ahmed, c.1, s.295-296)
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), hayatı boyunca gönderiliş gayesine uygun olarak tüm varlıklara şefkat ve merhametle muamele etmiştir. Ahirette de bizlere sahip çıkarak hususi ilgisini, şefkat ve merhametini gösterecektir.
Öyleyse Müslümanlar olarak bizler de; O’nu her şeyden ve herkesten fazla sevmeli, sünnetine sarılmalı ve her fırsatta salâtü selam getirmeliyiz.
Mehmet Sönmezoğlu
Kocaeli Müftüsü