MÜSLÜMAN MAZLUMUN YANINDA ZALİMİN KARŞISINDADIR

MÜSLÜMAN MAZLUMUN YANINDA ZALİMİN KARŞISINDADIR-ZEKERİYA ACAR-VAAZ-10.10.2025
Ümmet-i Muhammet bu çağda olduğu kadar hiçbir zaman Nübüvvet kaynağından,sünnetten ve siyerden hidayet açısından faydalanmaya bu kadar ihtiyaç duymamıştı. Bu çağda, İslam ümmeti musibet dalgaları arasında savrulmakta ve fitne halkaları arka arkaya birbirine ulanmaktadır. Hevalar üste çıkmakta, asılsız iddialar ve görüşler kökleşmektedir.
İslam ümmeti bu çağda; birlikte hareket eden İslam düşmanlarının çeşitli saldırıları ve meydan okumaları, zalim entrikalarıyla karşı karşıyadır. Müslümanlara her türlü zulüm, her türlü tecavüz ve katliam reva görülmekte, zalim güçlerse sadece kendileri gibi güçlülerle konuşurken adaletten ve insan haklarından bahsetmektedirler. Bu şekilde o zalimler, mülkünden kovulanı, kendi toprağında hiçbir hakkı olmayanı bir terörist sayarken; toprakları, hakları ve kutsal mekanları gasbeden hırsızı saygı duyulması gereken bir ev sahibi ve hakkıyla değil de toplu katliam ve psikolojik baskılarla toprağa sahip olanı, toprağın maliki olarak görmektedirler.
İşte görüyoruz adalet timsali gösterilen güç sahiplerini. Bu zalimler karşısında dizlerinin üzerine çökerek hakkını gözyaşlarıyla talep edenler, aldanmış değiller midir? Ağlayıp dövünmek hiçbir fayda vermez ve hiçbir durumu düzeltmez. Ta ki gözyaşları; ümmetin hali üzere kafa yormaya, nefisleri ıslaha, iman üzere eğitime, dinin zaferi için yapıcı bir çalışmaya dönüşene kadar.
Kur’an’ın üzerinde en çok durduğu konulardan biridir zulüm. Yaklaşık 125 ayette zulümden ve zalimlerin akıbetinden bahsedilmektedir. Bütün Rasul ve Nebilerin tevhid mücadelesi de, insanların izzetini, şerefini ve haysiyetini ayaklar altına alan her türlü baskı ve zulmü ortadan kaldırmaya yönelik olmuştur. Zalimlerle alakalı bir ayette Allah şöyle buyurur: “İnkâr edip zulmedenleri Allah affedecek değildir. Onları cehennem yolundan başka bir yola çıkaracak da değildir. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır. Bu da Allah’a göre çok kolaydır.” (Nisa;4/168-169)
Zulme yardımcı olanlar da, Rasulullah’ın ifadesiyle Allah’ın gazabına uğrayacaklardır.
Allah, zalimlere yardım edenlerle ahirette asla görüşmeyecektir. Onlar, yardım ettikleri zalimlerle beraberdir. Zulme sessiz kalanlara, zulmü görmezden gelenlere de merhamet edilmeyecektir. Çünkü; “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (Buhari 13/6005)
Düşünce ve davranışta zalimlere meyletmek zulümle; hainlere ortak olmak ihanetle; suçlulara arka çıkmak cürmün kendisi ile eşdeğerdir. Zalimler karşısında hakkı söylemek en büyük cihaddır. Zalimin zulmünü önlemek hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluşun ta kendisidir.
Yüzümüzü İslâm dünyasına çevirdiğimizde ne yazık ki birçok yerde zulmün kara bulutlarını görmekteyiz. Mazlum kardeşlerimizin feryatları kulaklarımızda çınlamakta, yüreklerimizi dağlamaktadır. İsrail kurulduğundan itibaren onbinlerce Filistinli kardeşimizi katlederken; ne Ramazan, ne Bayram dinlemediler.
Ancak biz biliyoruz ki masumların kanları üzerine kurulu hiçbir saltanat, hiçbir hükümranlık ayakta duramaz. Biz farkındayız ki, imtihan edilmeden üstün gelinemez. Nitekim İmam Şafiî’ye(rh) “Kişi için üstün gelmesi mi, yoksa imtihan edilmesi mi daha iyidir?” diye sorulmuş, İmam şu cevabı vermiştir: “Kişi, imtihan edilinceye kadar üstün gelemez.” Ve biz biliyoruz ki, Allah zalimlerin yaptıklarından habersiz değildir. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır: “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim;14/42)
Cenab-ı Hakk; Kur’an’da bu millete, bu ümmete bir görev veriyor, onu da şu ayet-i kerimesiyle bizlere bildiriyor; “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülüğü men eden bir ümmet bulunsun. İşte onlar felaha ulaşacaklardır.” (Al-i İmran;3/104) Cenab-ı Hak bize işaret ediyor. Alnı secdeli, Rabbini bilen, iyiliğin ne olduğunu bilen, kötülüğün ne olduğunu bilen bir ümmete işaret ediyor. İşte o ümmet bu ümmet, sizlersiniz, bizleriz, hepimiz.
Allah Resulü Efendimiz de (s.a.s.) Kur’an’dan aldığı ilhamla buyuruyor ki; “Bir kötülük gördüğünüz zaman onu elinizle düzeltiniz. Elinizle düzeltemezseniz dilinizle düzeltiniz. Dilinizle de düzeltemezsiniz. Kalbinizle buğz edin, bu da imanın en zayıf halidir.” (Müslim, Îmân,78)
Dünyada işlenen cinayetleri, işlenen kötülükleri, günahları, zulümleri görüyoruz değil mi? Dünyanın gözü önünde Filistin’de, Gazze’de, bebekler, kadınlar, masum insanlar öldürülürken elimizden bir şey gelip de yapmazsak, dilimizden bir şey gelip de söylemezsek, kalbimizle buğz etmezsek o zaman biz bu ümmetin neresinde oluruz? Biz bu ümmetin özelliklerini hala taşıyor olur muyuz? Olamayız.
Müslümanların ellerinden geleni yapmakla yükümlü olduğumuz, en azından kalbimizle, zihnimizle hakkın yanında olmazsak, batılın, zalimin karşısında olmazsak, mazlumun yanında olmazsak vazifemizi yapmış olamayız.
Bu ümmet, o zamanlar gelişmiş, büyümüş, Rabbimizin rızasına ulaşmış ve büyük bir medeniyet kurmuş. Asırlar boyunca mazlumun sığındığı, inancı, ırkı, mezhebi ne olursa olsun, bu millet hep mazlumların hamisi olmuş. Ne pahasına olursa olsun her zaman zalimin karşısında mazlumun yanında olma özelliğimizi devam ettireceğiz. Bunu devam ettirirsek şehitlerimizin ruhu şad olur. Bizim için, bu vatan için, bu topraklar için, bu ümmet için, İslam diyarı için kanını, canını veren ecdadımız için onların ruhlarının şad olması için bunu yapmamız lazım. Bu ruhu gençlerimize aşılamamız lazım.
DÜNYANIN NERESİNDE ZULÜM VARSA ANADOLU’DAN O ZULME KARŞI BİR SESİN YÜKSELMESİ LAZIM.
Filistin’de, Gazze’de, Kudüs’te, Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Hindistan’da, Keşmir’de, Libya’da, Suriye’de, Irak’ta dünyanın neresinde olursa olsun, hatta şunu söyleyeyim; bizim inancımız öyle muazzam, öyle adil bir inanç ki, o mazlum insanların diyelim ki inancı İslam dışı bir inanç oldu, biz yine o mazlumların yanında yer alacağız.
İnancımız bunu gerektiriyor, dinine bakmayız. Buradan bütün insanlığa sesleniyorum; Gazze’deki insanlar Müslüman diye kılınızı kıpırdatmıyorsunuz. Siz insan mısınız? Orada eğer Hristiyanlar zulme uğruyorsa biz onları kurtarmak için de koşarız. Çünkü tarih boyunca koştuk, Hazreti Ömer, Selahaddin Eyyubi, Osman Gazi koştu.
MERHAMET OLMAZSA DÜNYADA HUZUR OLMAZ
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un idaresini devraldığında Hristiyanların hamisi olduğunu, Geçmişte Haçlılar Kudüs’ü işgale giderken önlerine çıkan Ortodoks şehirleri yerle bir ederek gittiler. İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet’i, kendi inançlarından olup da farklı mezhepten olanların zulümlerinden kurtarmasını bekleyen binlerce Ortodoks vardı. Tarihe bakın bunu görürsünüz.
Onun için dediler ki; “İSTANBUL’DA KARDİNAL ŞAPKASI GÖRMEKTENSE, OSMANLI SARIĞININ MERHAMETİNE SIĞINMAYI YEĞLERİZ”.”
“Enes”in (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et.” Bunun üzerine birisi, “Ey Allah”ın Resûlü! Eğer mazlum ise yardım ederim, ancak zalimse ona nasıl yardım edeceğim?” dedi. Resûlullah buyurdu ki, “Onu zulümden uzaklaştırırsın veya onun zulmüne engel olursun. İşte bu ona yapacağın yardımdır.” (Buhârî, İkrâh, 7)buyuruyor.
İşte bu ümmet böyle merhametli bir ümmettir. Bizim Kudüs, Gazze, Filistin konusundaki işte bu hassasiyetimiz, inancımızın bizde oluşturduğu merhamet duygusundan kaynaklanmaktadır. Bu merhamet olmazsa dünyada huzur olmaz.
ZULMÜNÜ ENGELLEMEK ZALİME MERHAMETTİR.
Mazluma yardım İslam’ın esaslarından biridir. Zâlimin zulmüne mani olmak, ona karşı yapılabilecek en büyük hayırdır. Zâlimin zulmüne engel olmak, mazluma yardımcı olmak sayılır; zulme engel olmamak ise, bir çeşit zulümdür.
İnsan olma haysiyetine sahip olan hiç kimse zulmü sevmez, zâlimin destekçisi olmaz.
“Kardeşine yardım et zalim ya da mazlum olsa dahi yüz üstü bırakıp gitme. Bir adam:Ya Resûlallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zâlimse nasıl yardım edeyim, söyler misiniz? dedi. Peygamberimiz: “Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir” buyurdu. (Buhârî, Mezâlim 4; İkrâh 6. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 68)
Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk”in işittiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar bir zalimi görürler de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah”ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.” (Tirmizî, Tefsîru”l-Kur”ân, 5/ Ebû Dâvûd, Melâhim,17)
BÜTÜN PEYGAMBERLER ZULME KARŞI ÇIKMIŞTIR
Mazlum, zulme ve haksızlığa uğrayan kimsedir. Mazluma yardım etmek ve ona yapılan haksızlığı ortadan kaldırmaya çalışmak dînî ve vicdânî bir görevdir. Bütün peygamberler, yeryüzünden zulmü ortadan kaldırmayı hedeflemişlerdir.
Bu yüzden de, gönderildikleri toplumlarda peygamberlere ilk karşı çıkanlar, onlara eziyet ve işkence yapanlar o toplumun içindeki zâlimler ve baskı grupları olmuştur.
Buna karşılık, peygamberlere ilk inanan ve onun yanında yer alanlar ise mazlumlardır. Her defasında gâlip gelenler de haktan yana tavır koyup zulme başkaldıranlar olmuştur. Çünkü zulüm pâyidâr olmaz. Allah’ın yardımı zâlimlere değil, daima mazlumlaradır. “Zâlimin zulmü varsa, mazlûmun da Allah’ı var” atasözü bu değişmez gerçeğin evrensel ifadesidir.
Sahâbe-i kirâm, mazluma yardımı anlamış, ama zâlime nasıl yardım olunacağını Resûlullah’a sorma ihtiyacı duymuştur. Çünkü ilk akla gelen, zâlime yardımın da zulüm olduğudur. İşte bu isabetli soru ve Allah Resûlünün cevabı sayesinde biz de konuyu anlamış bulunuyoruz. Buna göre zâlimin zulüm yapmasına engel olmak ona bir yardımdır. Çünkü, yapacağı zulüm ve haksızlıktan onu kurtarmak, işleyeceği haram ve günaha engel olmak, dünya ve âhirette hak edeceği cezadan onu kurtarmak demektir. Zâlime bundan daha büyük bir yardım olmaz. Buna karşılık, zâlimin zulüm yapmasına göz yummak ve engel olmamak da zulmün bir çeşididir.
Peygamber Efendimiz, bu tâlimatlarıyla Câhiliye Arapları arasında yaygın olan bir anlayışı da yıkmış, bâtıl ve yanlışın yerine hakkı ve doğruyu ikâme etmiştir. Çünkü Araplar arasında kavmiyetçilik ve kabilecilik gayreti yüzünden, zâlim de olsa kendi ırkının ve soyunun insanını destekleme, ona yardımcı olma âdeti çok yaygındı. Peygamberimiz, böylelikle yanlış üzerine bina kılınmış bir yapıyı tamamen kaldırıp atmak yerine, düzeltip hakka hizmet eder hale getirmiştir.
İNSAN OLMA HASSASİYETİNE SAHİP HİÇ KİMSE ZULMÜ SEVMEZ
Birçok defa ifade ettiğimiz gibi, zulüm, adâletin zıddıdır. Adâlet bir fazilet, zulüm ise bayağılıktır. Dinimiz, zulmü şiddetle yasaklar. Zulüm, her türlü haksızlığın adıdır. İnsan olma haysiyetine sahip olan hiç kimse zulmü sevmez, zâlimin destekçisi olmaz.
Bir insan mü’min olduğu halde zâlim olabilir, zulüm işleyebilir. Nitekim hadîs-i şerif de buna delil teşkil etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “İnananlar ve imanlarına zulüm, haksızlık karıştırmayanlar. İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” (En’âm;6/82) Bu âyet nazil olunca sahâbe Resûl-i Ekrem Efendimiz’e gelerek:
– Hangimiz nefsimize zulmetmeyiz ki? dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“Buradaki zulümden maksat sizin zannettiğiniz değil, Lokman aleyhisselâm’ın oğluna söylediği şu sözde bahsedilenlerdir: “Ey oğulcuğum! Allah’a şirk koşma, doğrusu şirk en büyük zulümdür” (Lokmân;31/13) Burada anılan şirk, zulmün en büyüğüdür. Peygamberimiz âyette kastedilen mânanın bu olduğunu onlara hatırlatmıştır.
Fakat bundan alacağımız en önemli ders, sahâbenin bu konuda ne kadar hassas davrandığıdır. Bir başka önemli nokta da zulümle şirk arasındaki bağlantıdır. Her zulümde şirkten bir eser olduğu düşünülebilir. Yahut, şirkten nasıl sakınılması gerekiyorsa, zulümden de öylece sakınılması gerektiği kalblere ve kafalara yerleştirilmek istenilmiştir.
HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
1- Mazluma yardım dinimizin esaslarından biridir.
2- Zâlimin zulmüne mani olmak, ona karşı yapılabilecek en büyük hayırdır.
3- Zulmün ve haksızlığın her çeşidi dinimizde yasak ve haram kılınmıştır.
4- Zâlimin zulmüne engel olmak, mazluma yardımcı olmak sayılır; zulme engel olmamak ise, bir çeşit zulümdür.
Zulmetmek kalbin kararmasından neş’et ediyor. Eğer ki bir kalb, feyyâz-ı Mutlak hazretlerinin hidâyet nûrundan nûrlanmış olsaydı zulmün âkıbetinin kendi aleyhinde ne derece fenâ ve vahim olduğunu fehm ü idrâk edip sakınması lâzım gelirdi.
Zâlimin zulmüne yardım etmek haram olduğu gibi zâlimlere meyil ve müdâhane eylemek de câiz değildir. Nitekim Sûre-i Hûd’da: “Bir de zulmedenlere meyletmeyin. Sonra size ateş çarpar. Zâten sizin Allah’tan başka yardımcılarınız yoktur. Sonra -O’ndan da- yardım göremezsiniz.” (Hûd;11/113) buyurulmuştur.
BİR MÜSLÜMANIN ZALİME BAKIŞI NASIL OLMALI?
ZALİMİ SEVEMEM, ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM
Peygamber Efendimiz, zulme uğrayan Müslümanları korumayı ümmetine bir vecibe olarak yüklemiştir. Bu anlayışa göre; “Her kim ki bir mü’mini münafıkların ayıplamasından (kınamasından) korursa Allah Teâlâ, kıyamet gününde bir melek gönderir ve bu mü’mini cehennem ateşinden korur. Kim de bir Müslümana zulmeder ve ona karşı çirkin davranırsa söylediklerinin cezasını çekene kadar Allah Teâlâ onu cehennemin dibine hapseder.” (Ahmed, Müsned, c. III, s. 441)
Bu hadis Müslümanlardan din kardeşlerine karşı duyarlı olmalarını istemektedir. Zira bir Müslümanın dinine, canına, malına, aklına ve namusuna yapılan saldırı bütün Müslümanlara yapışmış sayılır.
Fıkıh kitaplarında, mazlum Müslümanları coğrafyalarına bakmaksızın savunmak ve korumakla alakalı onlarca fetva vardır. Hatta bu mazlum Müslümanlar sebebiyle günümüzde cihad bile hepimize farz-ı ayın olmuştur. Bu çerçevede zalim de olsa mazlum da olsa Müslümana yardım edilir. Zalimin zulmüne engel olmak da Müslümanlara yapılan yardım cümlesindendir. (Darimi, Rikak, Had.no:2753, c. II, s. 401-2)
Biz bu hadisi hep tek taraflı anladık. Sadece mazlumun elinden tutmak zannettik. Hâlbuki zalimin zulmüne mâni olmak hadisteki öncelikli emirdir. Bu anlayış İslâm toplumlarının kendi içinde bile bir direnç ahlakı geliştirseydi bugün dünyanın durumu daha farklı olurdu. Biz Müslümanlar olarak şu hakikati unuttuk: “Allah Teâlâ, dünyada kullarına azap edenlere ahirette azap eder.” (Ahmed, Müsned, c. III, s. 153;Beyhaki, Cizye, Had. no:18735, c. IX, s. 345)
Ahiret inancı olan birinin insanlara zulüm yapması veya işkence etmesi imkânsızdır. Allah’ın kullarına azap etmek sadece fiziki işkence değildir. Onlara karşı yapılan her türlü hukuk zayiatı da azap ve işkencedir. Hatta buna gayrimüslimler de dâhildir. Onların dahi hukukunu koruma sadedinde Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kim zimmi ehlinden (İslâm toplumlarındaki devletle anlaşmalı Yahudi, Hristiyan vb. gruplar, vatandaşlar.) birini (haksız yere) öldürecek olursa, kokusu kırk yıllık mesafeden duyulan cennetin kokusunu bile alamaz.” (Nesai, Kasame, c. VIII, s. 25)
Bu anlayışa göre Müslüman birisi, kâfirin bile haksız yere kanını dökemez. Elindeki malını alamaz. Devletin en temel görevlerinden birisi de can ve mal emniyetini sağlamaktır. Müslüman olmayan vatandaşlarının mallarına kast eden siyasileri peygamber Efendimiz şu sözüyle uyarmıştır: “Dikkat edin! Kim anlaşmalı bir (gayrimüslim) vatandaşa zulüm yapar, malını ve ücretini eksik verir, ona gücünün üzerinde iş yükler veya rızası olmadan malını elinden alacak olursa kıyamet gününde o zimminin koruyucusu benim.” (Ebu Davud, Sünen, c. III, s. 437)
Dinin söylemi böyle iken emperyalizmin çıkarları uğruna Müslümanların mallarını talan eden, üzerlerine kurşun ve bomba yağdıran zihniyetler Allah katında iflah etmeyecekler ve öldürdükleri canların hesaplarını veremeyeceklerdir. Yeniden konuya dönersek Hanefi mezhebinin fıkıh kitaplarında zimmi ve müste’menlerin hukuku ile ilgili detaylı malumat vardır.
Zaten bu hukuka riayet sayesinde Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlarla beraber tarih boyunca dar’ü-l İslâm’da varlıklarını korumuşlardır. Gayrimüslimler bekalarını İslâm’a borçludurlar. Aksine Müslümanlar Endülüs dâhil eski İslâm coğrafyasında varlıklarını devam ettirememişlerdir. Bugün bile Müslümanlar dinlerine ait olan kuralları ve emirleri hayatı belirleyici konuma çıkaramadıkları için batıda tolere edilmektedirler. Onların batıda varlık nedenleri demokrasinin yerleşmiş olmasından kaynaklanmamaktadır. Müslümanların ideallerini yitirip sözde Müslüman olmalarından kaynaklanmaktadır. Zira batı kendine demokrat, özellikle Müslümanlara karşı zalim ve despottur.
Şayet batı ülkelerinde yaşayan Müslümanlar dinlerini hayatın belirleyicisi yapma ve modern dünya görüşü ile hesaplaşma konumuna getirecek olsalar Müslümanların yaşama imkânları ellerinden alınacaktır. Nitekim Fransa dâhil bazı Avrupa ülkelerindeki yeni düzenlemeler Müslümanları yok etmeye yöneliktir.
İSLÂM ÂLEMİ KAN AĞLIYOR: MÜSLÜMANIN SORUMLULUĞU NE OLMALI?
“Mü’minlerin dertleriyle dertlenmeyen kimse, mü’minlerden değildir. Allah’a, Resulüne, Kitabına, İmamına ve bütün Müslümanlara samimi bir şekilde nasihat ederek uyanıp yatmayan da onlardan değildir.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 352; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 87)
Mü’min, hâdisâtın akışından kendisini mes’ul addeder. Dertlenir, kardeşinin sıkıntısını telâfi edecek bir çare arar… Zira merhamet, gönüllerdeki îmânın bir meyvesidir. Mü’min, mü’mine zimmetlidir.
Burada bizlere iki vazife var:
- Maddî yardım
- Mânevî yardım
Kardeşlerimizin hem maddî ihtiyaçlarına hem de mânevî ihtiyaçlarına koşabilmeliyiz. Diğer taraftan sadece maddî yardım yapmakla yetinmek de doğru olmaz. Onlara mânevî yardımda da bulunmalıyız. Emr-i bi’l-mârûfu yerine getirmeliyiz. (BOYKOT Malları almamalıyız. Geçen Pazar günü başka bir şehrin camisinde imamın arkasında ikindi namazının farzını kılıyordum gayri ihtiyari önümdekinin çoraplarında yazan yazıyı okudum merak ettim. Tommy Hilfiger. yazıyor. Thomas Jacob Hilfiger’in kurduğu, PVH Corp. altında yer alan moda ve giyim firmasıdır. Boykot ediliyor mu? Evet, Tommy Hilfiger markası boykot ediliyor!)
MAALESEF; BATI BİRÇOK İKİ YÜZLÜ!..
Petrol için, para için, güç gösterisi için binlerce kilometre öteden gelip İslâm beldelerini kana bulayan ve kardeşlerimizin hayatlarını karartan kendileri olduğu hâlde, utanmadan sıkılmadan gelip yardım adı altında onların imanlarına da musallat oluyorlar. Suriye’den bir video gösterdiler. Misyoner bir doktor, Noel Baba kıyafetine girmiş. Batılı teröristlerin asker kıyafetine gireni, yavruların üstüne bombalar yağdırıp küçücük bedenleri bile öldürürken; Noel Baba kıyafetine gireni de elinde bir çan, onu çalarak çocuklara şeker dağıtarak ruhları çalıyor, imanları öldürmeye çalışıyor. Yazık ki bunları anlayamayacak kadar küçük olan Müslüman evlâtlarımız da onun peşine düşmüş… Adam alıp götürüyor. İşte bu manzaralar, bize mes’ûliyetimizin ve vazifelerimizin neler olduğunu acı acı haykırmakta.
MAZLUMA YARDIM VE ZÂLİME BOYKOT
Müslüman zor durumdaki Müslüman kardeşine karşı nasıl bir tutum içinde olmalıdır? Kafire, zalime karşı nasıl bir duruş sergilemelidir?
Mü’minler kardeştir. Kardeş kardeşin yardımına koşmakla mükelleftir. Hadîs-i şerifte buyurulur: “Mü’minlerin; birbirlerine acımakta, birbirlerini sevmekte ve birbirlerine şefkat göstermekte bir vücut gibi olduklarını görürsün. Bu vücudun herhangi bir uzvu muzdarip olduğu takdirde; diğer kısımlarının da uykuları kaçar, ateşler içinde onun ızdırâbını duyarlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66) Bu ızdırâbı hissetmeyenler için ise, hadîs-i şerifteki hüküm ağırdır: “Mü’minlerin dertleriyle dertlenmeyen, onlardan değildir.” (Hâkim, IV, 352; Heysemî, I, 87)
Bu savaş elbette bir gün duracak ve Gazze yeniden inşâ edilecek. O gün için, her mü’min gönülden bir infak meblâğı hazırlamalıdır. Hâl-i hazırda da; mazlumlara yardım eden vakıflara, stk’lara, Aktivistlere destek olarak, mü’min kardeşinin ızdırâbını dindirmeye gayret etmelidir. Elinden hiçbir şey gelmiyorsa; onları unutmamalı, dâimâ duâ etmelidir.
Bugün dünyada savaşlar aynı zamanda iktisâdî sahada da devam ediyor. Şuurlu mü’minler, zâlimleri destekleyen firmaları boykot ediyorlar. Onlarla alışveriş etmeyerek, zulme destek olmaktan vazgeçmeleri istikametinde bir baskı oluşturuyorlar. Hiç değilse, zâlime bir kuruş dahî olsa destek olmamanın huzurunu yaşıyorlar. Âyet-i kerîmede buyurulur: “…Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın!..” (Mâide;5/2)
Şu hâdise, boykotun ehemmiyetini ne güzel anlatır:
Haçlıların Filistin ve Şam bölgesinde işgallerde bulunup, bazı şehir devletleri kurdukları dönemdi. Zamanın bir idarecisi; idarî bir zaaf göstererek, haçlılarla anlaştı ve onların müslüman şehirlerde ticaret yapabileceğini, hattâ onlara silâh satışının da serbest olduğunu îlân etti. Büyük âlim İzzeddin bin Abdüsselâm rahmetullâhi aleyh ise, haçlılara silâh satışının haram olduğuna hükmedip bunu Sultan’ın yüzüne de söyledi. Cesur âlim bu hükmü, esnafa da gidip duyurdu.
Aynı günlerde bir terzi;
“–Ey şeyh, haçlılar bana elbise diktirmeye geliyorlar. Ben haçlılara elbise dikersem zulme ortak olur muyum?” diye sordu.
İzzeddin bin Abdüsselâm bu suâle; “Hayır, sen zulümlerine ortak olmazsın. Sana iğne-iplik satan zulme ortak olur. Sen zâlimin ta kendisi olursun.” cevabını verdi. Gazze hâdisesinin bir başka dersi de; batının maskesini bir kere daha indirip, onun vahşî yüzünü bir defa daha seyrettirmiş olmasıdır:
MASKELİ VİCDANLAR
Batı dünyası; katliâmlarla dolu mâzîlerine rağmen, dâimâ sûret-i haktan görünmeye çalışarak birtakım süslü lâfları meydana sürerler:
- İnsan Hakları Beyannâmesi neşrederler,
- Demokrasi, hürriyet, eşitlik, hümanizm gibi mefhumları maske edinerek; gerçek yüzlerini, dünyanın her
yerinde kan kusturan ve kan içen, zâlim ve sömürgeci yüzlerini saklamaya ve dünyaya şirin görünmeye çalışırlar.
- Eğitim ve akademi dünyasında, müslüman evlâtlarına kendilerini haklı ve hümanist göstermeye
çalışırlar.
- Bizim tarihimize, dînimize, kahramanlarımıza ise, leke sürmeye çalışırlar. Maalesef, bunda zaman
zaman başarılı olup, birçok müslüman evlâdını kalben ecnebîleşmiş hâle de getirirler.
Lâkin Gazze katliâmı gibi zamanlarda onların gerçek yüzü ortaya çıkar.
Bugün İsrail; bütün bu zulmü, küresel güçlerin maddî, siyâsî ve askerî gücüne dayanarak yapmakta. Birleşmiş Milletler’de yüzlerce devletin, akan kanı durdurmak üzere, İsrail aleyhine almaya çalıştığı en ufak bir kararı, hemen küresel güçler veto etmekte…
Böylece azıcık iz‘ânı olan anlar ki, bunların bütün hümanizm lâfları birer maval imiş!.. Bunların hürriyet, insan hakları gibi mefhumlarla arz-ı endâm eden yüzleri, tamamen maskeliymiş.
Mehmed Âkif merhum da, Birinci Cihan Harbi ve sonrasındaki katliamlarını görünce şöyle söylemekten kendini alamamıştı:
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz,
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
Yani batının gerçek yüzünü görmeyen, onları ecnebî eğitim programlarıyla tanıyanlar, onları sadece kendi propaganda vasıtaları olan medyada, üniversitelerde rektör ki; (Dokuz Eylül Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı, 26 Ağustos’ta İstanbul’da Kozlu Süryani Kadim Mezarlığı’nda düzenlenen cenaze merasimiyle ebediyete uğurlandı. maalesef tabutu da türk bayrağına sarıldı.) yani televizyon ve internet programlarında seyredip orada anlatılanlara inananlar, sadece maskeli yüzü görürler.
İşte Gazze’de 500’e yakın kardeşimiz açlıktan, 70.000’e yakın insan şehit, en az 200.000 insan yaralı, 7 Ekim 2023’ten beri saldırılarını sürdürdüğü Gazze Şeridi’ne öldürülen gazeteci sayısının 254‘e yükseldi, binlerce çocuğun hunharca katledilmesine mâni olmadıkları gibi, zâlimlere silâh tedârik ettiler. Böylece batının maskesi düştü ve arkasındaki çirkin haçlı surat ortaya çıktı.
İşte o katil surata tükürmek lâzımdır. Âkif buna çağırır:
Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayâsız yüzüne! / Tükürün onların aslā güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün: / Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!
Hele îlânı zamânında şu mel‘un harbin, / «Bize efkâr-ı umûmiyyesi lâzım Garb’in;
O da Allâh’ı bırakmakla olur!» herzesini, / Halka îman gibi telkîn ile, dînin sesini,
Susturan aptalın idrâkine bol bol tükürün!.. / Yine hicrân ile çılgınlığım üstümde bugün…
O surata tükürmek demek; artık eğitimde, yüksek tahsilde, mukaddes aile meselelerinde, hâsılı her hususta, onların güdümünden çıkmak demektir.
O surata tükürmek; onlara hayranlıktan kurtulup, kendi değerlerimize, kendi tarihimize, dinimize ve irfanımıza dönmek demektir.
ALLAH ZALİMİ İHMAL ETMEZ, MÜHLET VERİR!
“Hiç şüphesiz Allah zâlime mühlet verir. Onu yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez.” (Buhârî, Tefsîru sûre (11); Müslim, Birr 61)
Sonra şu âyet-i kerîmeyi okudu: “Rabbin, zâlim bir kasaba halkını yakalarken işte böyle yakalar. O’nun yakalaması gerçekten çok acı ve çetindir.” (Hûd;11/102).
- Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Allah Teâlâ, suçluları cezalandırmada acele davranmaz. Onların suçlarından, zulümlerinden ve kötülüklerinden pişmanlık duyup tövbeye yönelmeleri için kendilerine mühlet verir; onlara süre tanır. Kâfirler, küfürden imana; zâlimler, zulümden adâlete, âsiler isyandan ibadete; günahkârlar, günahtan tövbeye; sapıklar, dalâletten hidâyete yönelebilirler.
Bu sebeble Allah Teâlâ cezaları tehir eder, hatta bir çoğunu âhirete bırakır. İnsan, ömrünün sonuna kadar tövbe kapısının açık olduğunu bilir de bir gün bu kapıya gelirse, Allah tövbeleri kabul eder ve kullarına son derece merhametle muamele eder. Cenab-ı Hakk’ın mühlet vermesinin anlamı budur. Bu sebeble zâlimlere de rızık verir; onların dünyada yaşamasına, hatta uzun bir ömür sürmesine imkân tanır.
Bu hadis, dünyada mazlumlar için bir teselli kaynağıdır. Kendilerine verilen fırsat ve mühlete kapılıp aldanmasınlar diye, zâlimler için de ciddi bir tehdit teşkil eder. Allah Teâlâ, bu gerçeği şöyle beyan etmektedir: “Sakın zâlimlerin yaptığından Allah’ı gafil sanma! O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı, bir noktaya dikilip bakacağı bir güne erteliyor” (İbrahim;14/42)
Allah’ın zâlimleri yakalamasından maksat onları helâk etmesi, kahretmesi, işlerini bitirmesidir. Bu hal, ibret için bazan dünyada da olur. Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu sözlerine delil olarak, Kur’an’ın ayetini getirmiştir.
Çünkü Kur’an’ın bir çok âyetinde, daha önce helâk olan ümmetlerin mâcerası anlatılır. Nuh aleyhisselâm’ ın kavmi, Âd ve Semûd’un, Lût kavminin, Medyen’in, Firavn’ın ve Firavn’a inananların âkibetleri ne kadar acı, elem verici ve çetin olmuştur? Bunların her birinin oturduğu ülkeler, şehirler ve kasabalar, içlerindeki zâlimlerle birlikte helâk edilmiştir. Dünyada dolaşan zâlimlere Allah’ın mühlet vermesi, insanları aldatmamalıdır. Allah Teâlâ onların halinden şöyle haber verir: “İnkâr edenlerin, öyle şehirlerde gezip dolaşması seni aldatmasın. Bu, kısa bir eğlenmeden ibarettir. Az bir zaman sonra varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir barınaktır!” (Âl-i İmrân;3/196-197)
Hadisten Çıkarmamız Gereken Dersler Nelerdir?
- Allah zâlimlere, günahkârlara mühlet verir, fırsat tanır, fakat onları neticede cezalandırır.
- Başkalarına ibret olması için, Cenâb-ı Hak bazı zâlimlerin cezasını dünyada verir. Onların yaşadıkları şehirleri, kasabaları helâk eder, tabiî afetler gönderir. İnsanlar, bunların sebeplerini iyi düşünmelidir.
- Tövbe kapısı kıyamete kadar açıktır. Allah, yaptıklarına pişman olanların tövbelerini kabul eder.
- Tövbede acele etmeli, ömrü iyi değerlendirmelidir.
ZULME YARDIMCI OLANLAR ALLAH’IN GAZABINA UĞRAYACAKLARDIR.
“Bir de zulmedenlere meyletmeyin. Sonra size ateş çarpar. Zâten sizin Allah’tan başka yardımcılarınız yoktur. Sonra O’ndan da yardım göremezsiniz.” (Hud;11/113) ayeti kerimesiyle başlayan hutbede bütün peygamberlerin tevhit mücadelesinin, aynı zamanda insanların onurunu, izzetini, şerefini ve haysiyetini ayaklar altına alan her türlü baskı ve zulmü ortadan kaldırmaya yönelik olduğu ifade edildi.
ZULÜM, HADDİ AŞMAKTIR. HAK VE HUKUK TANIMAZLIKTIR.
Adaletsizliktir, Haksızlıktır. İnsanı insan yerine koymamaktır. İnsan haklarını, kul hakkını en büyük ihlaldir. Bu sebeple zulüm, hem bu dünyada hem de ahirette cezası şiddetli olan büyük bir günahtır. Zalimler asla kurtuluşa eremeyecektir. Onlar, kıyamet gününde karanlıklar içinde kalacaklardır.
Yollarını bulamayacaklardır. Çünkü zalimler, dünyada zulmettikleri insanların hayatlarını karartmışlardır. Onlara dünyayı zindan etmişlerdir. Mazlumların beddualarını almışlardır. Şimdi hesap gününde karşılaştıkları zor ve çetin manzara, mazlumlara yaptıklarının kendi başlarına gelmesinden başka bir şey değildir.
ZULME YARDIMCI OLANLAR ALLAH’IN GAZABINA UĞRAYACAKLARDIR.
Zulme yardımcı olanlar, Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle Allah’ın gazabına uğrayacaklardır. Allah, zalimlere yardım edenlerle ahirette asla görüşmeyecektir. Onlar, yardım ettikleri zalimlerle beraberdir. Zulme sessiz kalanlara, zulmü görmezden gelenlere de merhamet edilmeyecektir. Çünkü merhamet etmeyene merhamet edilmez.
Düşünce ve davranışta zalimlere meyletmek zulümle, hainlere ortak olmak ihanetle, suçlulara arka çıkmak cürmün kendisi ile eşdeğerdir. Zalimler karşısında hakkı söylemek en büyük cihattır. Zalimin zulmünü önlemek hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluşun ta kendisidir.
Masum insanları katledenler, bu duruma maddi ve manevi destek verenler, gerçekte bütün bir insanlığı katletmişlerdir…”
Yüzümüzü İslâm dünyasına çevirdiğimizde ne yazık ki birçok yerde zulmün kara bulutlarını görmekteyiz. Mazlum kardeşlerimizin feryâd-ü figanlarını işitmekteyiz. Gazze’de binlerce insan katledildi. Bir insanlık suçu işlendi. Bu acı hadise, hepimizi derinden yaraladı. Acılarımızı kat be kat artırdı.
Ama biz biliyoruz ki mazlumların ahı büyüktür. Biz biliyoruz ki masumların kanları üzerine kurulu hiçbir saltanat, hiçbir hükümranlık ayakta duramaz. Biz biliyoruz ki, Allah zalimleri sevmez. Biz biliyoruz ki, Allah zalimleri hidayete erdirmez. Hiçbir dünyevi hırs, çıkar ve siyaset, bir insanı yaşatmaktan daha değerli olamaz. Masum insanları katledenler, bu duruma maddi ve manevi destek verenler, gerçekte bütün bir insanlığı katletmişlerdir. Er ya da geç bu dünyada cezalarını bulacakları gibi ahirette de büyük bir azap şüphesiz onları beklemektedir. Dünyada kazandıkları hiçbir şey onları bu can yakıcı azaptan kurtaramayacaktır. Kötü bir son onları beklemektedir.
Müslüman, her zaman zulmün ve zalimin karşısında, mazlumun ise yanında yer almalıdır.
Şartlar ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin, dünyanın neresinde olursa olsun, hangi gerekçe ile yapılırsa yapılsın, dini, ırkı, rengi ve coğrafyası ne olursa olsun Müslüman, her zaman zulmün ve zalimin karşısında, mazlumun ise yanında yer almalıdır. Zulme şahit olan herkes, en az zulme uğrayan kadar zulme karşı durmalıdır.
Kur’an-ı Kerim, değil zulme razı olmayı, zulmedenlere meyletmeyi bile yasaklamıştır. O halde Müslüman, zulmü alkışlayamaz, zalimi asla sevemez. Zulme göz yumamaz. Kanayan bir yara gördü mü ciğeri yanar. O yarayı iyileştirmek için her türlü sıkıntıya göğüs gerer. Fakat hiçbir zaman “adam aldırma da geç git” diyemez. Her zaman hakkı tutar ayağa kaldırır. Zalimin hasmı olur, mazlumun dostu.
ZEKERİYA ACAR