Güncel

İSLAM’DA EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN ÖNEMİ

Hamd, insana ilk emri “oku” olan ve ilmin membaı, aynı zamanda insanların ilk muallimi olan alemlerin Rabbine, salatü selam  tüm peygamberlere ve  özellikle “beşikten mezara kadar ilim talep edin” diye buyuran Peygamber Efendimize olsun

İSLAM’DA EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN ÖNEMİ-ZEKERİYA ACAR-VAAZ-21.11.2025

Reklam Arma Kırtasiye

Hamd, insana ilk emri “oku” olan ve ilmin membaı, aynı zamanda insanların ilk muallimi olan alemlerin Rabbine, salatü selam  tüm peygamberlere ve  özellikle “beşikten mezara kadar ilim talep edin” diye buyuran Peygamber Efendimize olsun…bKur’an şairi Mehmet Akif ise;

Diyor Kur’an, bilenler bilmeyenler bir değil, heyhat!  / Nasıl yeksan olur zulmetle nur, ahyâ ile emvât

dizesiyle âlimle cahili bir tutmanın, ölüyle diriyi bir tutmak gibi olduğunu ifade eder. İlim nurdur, aydınlatır. Âlim ilmin aydınlattığı münevverdir. İlim diriltir, canlılık ve hayat verir. İçinde ilmin öğretilmediği ev ve toplum mezarlık gibidir. Efendimiz; “Kalbinde Kur’an’dan (ilimden) bir miktar bulunmayan kimse, harabe ev gibidir.” (Tirmizî, Fazâilü’l-Kur’ân 18) buyuruyor. Kur’an-ı Kerim hakikatin bilgisi olarak, bedeni ölmüşleri değil ruhu ölmüşleri diriltir. Kur’an insanlara hidayet için, doğru yolu göstermek için inmiştir. İlme, amacı dışında bir atıf yüklemek gaflettir.

Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına

Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına

İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin.

Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için

İSLAM DİNİ İNSANLARI BAŞI BOŞ BIRAKMIŞ BİR DİN DEĞİLDİR.

Bu yüzden Allah;“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyamet;75/36) ayetiyle insanı kendine bırakmamış, insanı doğru bilgiye ulaştıracak peygamberler ve kitaplar göndermiştir. İslam Dini aynı zamanda bir eğitim ve öğretim dinidir. Nitekim insanoğlunun ilk eğitim ve öğretimi Yaratan tarafından yapılmıştır; “Allah Ademe bütün isimleri öğretti ” (Bakara, 2/31) Varolan şeylerin içini bilme ve varolan şeylerden yeni ürünler çıkarma özelliği ayetten de anlaşılacağı üzere Yaratanımız tarafından bizlere öğretilmiştir. Bu haliyle her insan bir öğrenci ve kendini yaratan Allah (c.c.) ise o’nun ilk öğretmenidir.

Bu dünyada kendisine yaşam alanı bulan insanoğlunun, kendisine, ailesine, yaşadığı topluma ve bütün  dünyaya faydalı bir yaşam sürdürebilmesi için en gerekli olan şeylerin başında ilim gelmektedir.

Sözlükte “bilmek” anlamına gelen ilim, klasik sözlüklerde “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç (itikad), bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması” gibi değişik şekillerde tarif edilmektedir. ( İslam Ansiklopedisi. TDV., “İlim” s.109)

İlim öğrenme sadece okullarda tedris edilen ve okuma-yazma bilenin yapacağı bir iş değildir. Okumasını bilen için, kışın ortasında yetişen bir bitki, gıdasını balıkla sağlayan bir kuş, kurak çöllerde rızkını bulan böcek de bilgi verir. İlim talebesi için her şey bir temaâşgahtır.

Âyât-ı hadisât denilen toplumsal yaşantı da ilim talebesi için okunası bir kitaptır. Okuma- yazma bilmeyen Efendimiz cahil değil, doğayı ve yaşadığı toplumu iyi analiz eden bir mütefekkirdi. Ki Bu muhakkikliği onu inziva ve tefekküre yöneltti. Özellikle 35 yaşından ilk vahiy alana kadar yoğun bir hakikat arayışına girmişti. Nihayetinde ilahi destek geldi;“Seni ne yapacağını bilmez bir halde bulup doğru yola iletmedi mi?” (Duha;93/7) ayetinde olduğu gibi Rabbimiz vahiyle ona hidayet yolunu gösterdi.

İnsan, diğer canlılardan farklı olarak, sürekli öğrenen ve daima daha iyiye ve daha güzele ulaşmaya çalışan bir varlıktır. Müslüman için bu öğrenme durumu biraz daha özel bir gayeye matuftur ki, o da; faydalı ilimler öğrenip insanlığa yararlı olma ve hayatını salih ameller ile yeşertip böylece Rabbinin rızasını kazanmaktır.

İnsanın her açıdan kemale ermesi, ancak doğru bilgi ile donanması, Rabbini tanıması ve O’na gönülden iman etmesiyle mümkündür. O yüzdendir ki, Rabbimizin ilk emri “namaz kıl” veya “oruç tut” değil de ilk emri “Oku” olmuştur (A’lak;96/1). İlim ise payelerin ve rütbelerin en büyüğüdür. Ebu Derda r.a.’ın naklettiği şu hadis-i şerif, ilim öğrenmenin önemini ve ilmin üstünlüğünü çok açık bir şekilde gözlerimizin önüne sermektedir.“Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, hoşnutluklarından dolayı ilim talebesine kanatlarını serer. Sudaki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehli âlim kişinin bağışlanması için Allah”a yakarır. Âlimin, âbide (ibadet edene) üstünlüğü, (parlaklık, görünürlük ve güzellik bakımından) ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kuşkusuz âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegâne miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur. ” (Tirmizî, İlim, 19)

EĞİTİMDE BAŞARI, HÜRMET VE TESLİMİYETTEN GEÇİYOR.

Her meseleyi bir bilgi problemi haline getirip ‘senin doğrun ya da benim doğrum’ söylemi ortaya konulursa hakikat diye bir şey kalmaz. Kafa sayısı kadar hakikat yani hakikatsizlik ortaya çıkar.

İlim, asıl üzerinden yapılır. Pergelin bir ayağı daima değişmez kabul edilen hakikatlerde yani vahiyde olmalıdır. Efendimiz, Medine’de teşekkül ettirdiği İslam toplumunun ilimle hemhal olan bir toplum olmasını murat etmiştir. Hicretten sonra ilk giriştiği iş, şehrin kalbinin atacağı bir mescit ve şuurun açılacağı bir mektep olmuştur. Bütün varını Mekke’de bırakmış yiyeceği, giyeceği, barınacağı bir yeri olmayan insanlar ilim öğrenmeyi aç kalmaya tercih etmişlerdir.

Nitekim bu ilim aşkı medeniyetimizde savaş cephelerinde tefsir yazan, zindanlarda külliyat te’lif eden alimler çıkarmıştır. Hapishaneleri medrese haline getiren ilim âşıkları meydana getirmiştir. Namazdan bir parçaymış gibi kabul edilen Hutbe, toplumun her kesimine yapılan yaygın din eğitimidir. Sadece ömrü boyunca Cuma namazına giden bir Müslüman, orta düzeyde bir bilgin olarak yetişir. (Tabiki dinleyip hayatına uyguluyorsa.) Toplumun ıslahı için yönetimler ilim seferberliği yapmalı, bütün olanak ve imkanları sağlamalıdır.

İNSAN İMARI, ŞEHİR İMARINDAN ÖNCE GELMELİ.

İhmal edilen insanın bir gün şehirleri imhâ edebileceği unutulmamalıdır. Efendimiz de toplumdaki eğitim oranını yükseltmek için seferberlik gerçekleştirmiştir. Müslümanları öldürmek için geldiği savaşta esir düşen müşrikleri 10 kişiye okuma-yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakması, insanlık tarihinde görülmemiş bir eğitim girişimidir.

İmam Şafi, ilmi, ezberlenen değil işe yarayan şey olarak tarif eder. Hayata geçmeyen bir ilmin kıymeti olmaz. Yaktığını bildiği halde elini ateşe sokan bir adamın bilgisi kendine fayda sağlamıyorsa onun için bu bilgi yok hükmündedir. Bir kişi, ölü kardeşinin etini yemek olduğu bilgisine sahip olduğu halde gıybet ediyorsa, bu bilgiden fayda sağlamamış demektir. O yüzden ilim fayda sağlayan, pratikte iyiliği görülen olmalıdır. Aslında kişi amel ettiği kadar âlimdir. Efendimiz; “Allah’ım huşu duymayan kalpten, kabul edilmeyen duadan, doymayan nefisten ve fayda vermeyen ilimden sana sığınırım.” (Tirmizî, Deavât, 68)  buyuruyor.

İlim bir trafik işaretleri gibi yol gösteren bir nitelikte olmalıdır. Takva ve şuuru arttıran, amaç ve istikamet veren bir vasıfta olmalıdır. Özellikle takip etme gücümüzün üzerinde aşırı bir bilgi sirkülasyonun olduğu internet çağında yaşıyoruz. Gereksiz ve faydasız bilgi ve takipler, modern insanı asıl amacından uzaklaştırıp yaratılış amacını unutmasına, oyalanıp vaktini zâyi etmesine sebebiyet veriyor.

Takip ettiği futbolcunun soy ağacını bilen ama kelime-i şahadeti bilemeyen gafillere, yarışma programlarında magazin sorularını bilen ama yüksek puanlı (!) sabah namazı rekat sayısını bilemeyen rotasızlara rastlıyoruz. İsminin önünde kesik harflerle unvanı bulunanların, kainatın işleyişindeki mükemmelliği fark edip yaratana ulaşamaması tam bir trajedi değil midir? Bilim dünyasında kafasının üzerinde ampul taşıyan körlere rastlamıyor muyuz?

İBN FÂRİS, İLMİ, BİR ŞEYİ KENDİNDEN OLMAYAN BİR ŞEYDEN AYIRMAK OLARAK TARİF EDER.

Âlim, celladın elindeki bıçakla cerrahın elindeki bıçağı ayırt eden kişidir. Âlim, gelip geçici söylemlerin değil evrensel çözümlerin peşinde hakikati kavrayan kişidir. Bir toplumda âlim ölürse terazi kırılır ve toplumda kıymet biçilemez hale gelir. Ayaklar baş olur. O yüzden âlimin ölümü âlemin ölümüdür. “Âlimin ölümü İslam’da açılan bir gediktir.” anlamında bir hadis vardır. (Darimi, Mukaddime, 32, 1/351)

Başka bir hadislerinde de;“Âlimin abide üstünlüğü, parlaklık bakımından ayın yıldızlara üstünlüğü gibidir” (Tirmizî, İlim, 19)

buyuruyor.

ÂLİMLER TOPLUMU KORUYAN KAPI BEKÇİLERİDİR. Cehaletin toplumu istila etmesine engel olurlar. İlimsizlik ve eğitimsizlik helake sebeptir. Toplumu kaosa ve anarşiye götüren bir hastalıktır.

Eyvah, bu zilletlere yine sensin illet

Ey derdi cehâlet sana düşmekle bu millet

Bir hale getirdin ki ne din kaldı ne namus

Ey sine-i islama çöken kapkara kabus

Ey hamsi hakiki seni öldürmeli evvel

Sensin bize düşmanları üstü çıkaran el

İlim öğreten âlimler, hocalar, büyükler her zaman hürmete layıktır. Anne babalarımız bize bir hayat veriyorlar ama hocalarımız bize o hayatı iyi yaşamamızı öğretiyorlar. Elde ettiğimiz bir âlet ya da cihazı nasıl kullanacağımızı bilmezsek heder ederiz. Âlim,  talebesine sadece ilim vermez, halleriyle ilim ahlakını da verir. Öğretmen öğrencisine haddini bilmesini öğretir. Hz. Ali, “Âlim haddini bilen kişidir” der. İlim bir veri olsaydı en büyük âlim “google” olurdu. Flaş bellekler bilgin olarak kabul edilirdi. İlim öğrenimi ve öğretimi, usta-çırak halleşmesi olarak görülmelidir. Öğretmen, öğrencisine verdiği terbiye ile insanları büyük görmeyen bilgin, insanları küçük görmeyen bilge olmasını öğretir. Terbiye ve ahlak, kitaplardan öğrenilmez. Tıpkı tıp kitabı okumakla cerrah olunmayacağı gibi.

Edeple bezenmiş bir öğrenci, Rabbine karşı ibadetlerinde, öğretmenlerine karşı davranışlarında, ana-babasına ve nihayet içinde yaşadığı topluma ve vatanına karşı vazifelerini icra ederken kendisinden sadece güzellikler sadır olur. Edepli öğrenci Hz. Ali’nin düsturunu kendine rehber edinir. “Bana bir harf öğretene 40 yıl köle olurum” diyen Hz. Ali, “Edebin ne kadar önemli olduğunu bilseydiniz, Allah’tan rızık değil de edep isterdiniz” buyurmuştur.Sevgili Peygamberimiz alimin üstünlüğünü şöyle ifade ediyor:“Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir” (Tirmizî, İlm 19) Kuran-ı Kerimde ise:  “Allah’tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar.” (Fâtır sûresi 35/28), buyrulmak suretiyle de ilim sahibi olan insanların en önemli özelliği olan Yaratanı bilme özelliği zikredilmiş, bilgili olanların bilgili olmayanlardan üstünlüğü vurgulanmıştır.  Bu sebeple davranış ve uygulama planında olumlu sonuçlar doğurmayan veya kötülüklere alet edilen bilgi, kıymeti bilinmemiş, şükrü yerine getirilmemiş bir nimet olup, ayrıca bilgiyi bilene de sorumluluk gerektirmektedir.

  İlmin bekası, ilim ve ilim adamlarına verilen değerle doğru orantılıdır. Bir toplumda ilim adamlarına değer verilmezse, yeni yetişen nesiller ilme ilgi duymayacaklar vezamanla mevcut ilim adamlarının bu dünyadan ayrılmalarıyla ilim kendiliğinden ortadan kaybolacaktır. Böyle bir olumsuzluğun meydana gelmemesi için, toplumdakibütün bireyler üzerine düşen görevi yapmak durumundadır.

Hz. Peygamber (SAV), özellikle İslâmi ilimlerin kaybolmaması için oldukça duyarlı davranılması gerektiği konusunda ümmetini asırlar öncesinden uyararak şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ ilmi insanların hafızalarından silip unutturmak suretiyle değil, fakatâlimleri öldürüp ortadan kaldırmak suretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım cahilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meselelersorulur; onlar da bilmedikleri halde fetva verirler. Neticede hem kendileri sapıklığadüşer, hem de insanları saptırırlar.” (Buhârî, İlim 34)

     ÖĞRETMEN FEDAKÂR OLMALIDIR. Çırağın ustayı geçmediği yerde nasıl zanaat ilerlemezse talebenin hocayı geçmediği yerde de ilim ilerlemez. Öğretmen ilmi saklamadan ve satmadan vermelidir. Kuşun yavrusunu beslemesi gibi hazmetmediği çiğ bilgiyi değil, koyunun yavrusunu beslemesi gibi sindirdiği öz bilgiyi vermelidir. Yoksa öğretmen, öğrencide açtığı yer yaradan, Yaradanın hesap soracağını aklından çıkarmamalıdır. Öğretmen talebesine ilmin irfan yönünü aktarmayı ihmal etmemeli, annenin yavrusunu emzirmesini anlatırken aslında verilenin süt değil şefkat olduğunu ifade etmelidir. Öğretmen, temel eğitim vermeli, balık vermek yerine balık tutmasını öğretmelidir. Kâşif olmalı, öğrencisinin potansiyelini açığa çıkarmalıdır. Bir kişiyi uyandırmanın, bin kişiyi uyandırmaya vesile olduğunu bilmelidir.

Bir gün ağaca çıkmaya çalışan çocuk babasına seslendi.

– Baba çıkmam için bana yardım et. Baba cevap verdi.

– Evladım başkasının çıkardığı ağaçtan inemezsin

Bu diyalog öğretmenin öğrencisini yetkin kılması gerektiğini anlatır. Elinden tutarak değil yolunu açarak, zorlaştırarak değil kolaylaştırarak, nefret ettirerek değil sevdirerek vermelidir eğitimi. Laf dokundurarak değil, gönüle dokunarak yapmalıdır hitabını. Kem âlet ile kemâlât olmaz.

Eğitim ve öğretimin ilk başladığı yer aile yuvasıdır. Nitekim insanoğlu kendisine lazım olan ve hayat boyu unutmayacağı en önemli bilgileri hep bu yuvadan alır. Karakterin şekillenmesi, duyguların oluşması, bilginin öneminin anlaşılması ve dini hayatın insan üzerinde bıraktığı etki hep bu döneme rastlamaktadır.

Vatanını ve milletini seven, büyüklerine saygılı, küçüklerine merhametli, hayatın kıymetini bilen ve kötü alışkanlıkları olmayan bir nesil yetiştirilmesinin yolu önce aileden geçmektedir. Sevgili Peygamberimizde; “Hiçbir anne-baba çocuğuna edep ve terbiyeden daha iyi ikramda bulunmamıştır.” (Tirmizi, Birr, 33) buyurarak, anne-babaların evlatlarına vereceği en önemli eğitimin edep ve terbiye olduğunu zikretmiştir. Zaten kişinin aile yuvasında almış olduğu terbiye, ahlakını şekillendirmede en etkili olan husustur. Nitekim bizlerde “Kişi yedisinde neyse yetmişinde odur” diyerek bu hususu atasözü olarak kullanmaktayız.

Eğitim ve öğretimde en etkili yerlerden biride okuldur. Okul, bireylerin aile yuvasında almış olduğu eğitimden başka onlara bilgi hazinesi sağlayan en etkin kurumların başındadır. Cehaletin önlendiği yer okuldur. Kişilerin benliğinin oturduğu ve bilginin hayata aktarılması hep okul sayesinde olmaktadır. Okullarda bizlere eğitim ve öğretimi sunanlar ise başımızın tacı öğretmenlerimizdir. Almış oldukları ilmi insanlara aktaran nadide şahsiyetlerdir. Milletlerin geleceğini belirleyen, bireyleri toplumla buluşturan ve onlara sosyal bir kimlik kazandıranların başında yine öğretmenler gelmektedir. Bu sebeple öğretmenlik bireylerin yapabileceği en önemli görevdir.

Yüce Dinimizde eğitim ve öğretimin işini yüklenen öğretmenlerimize gereken önemi vermiştir. Öğretmenler yapmış oldukları iş karşılığında dünyada ve ahirette Allah’ın rahmetine ve insanların gönüllerine girmişlerdir. Öğretmenlik dünyada gıpta edilecek iki husustan biridir. Sevgili Peygamberimiz bunu şöyle dile getirmektedir.

Cenabı Hak, Hz. Peygamber (SAV)’e ilmin dışında herhangi bir şeyi kendisine artırması için dua etmesini emretmemiştir. Çünkü ilim bitmek tükenmek bilmeyen bir hazinedir. İlim, yalnızca sahibine değil, başka insanlara, hatta diğer canlılara da yarar sağlar. Hz. Peygamber (SAV) de çeşitli hadislerinde ilmi ve ilim sahibini övmüş, Müslümanları ilim öğrenmeye teşvik etmiştir. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor;  “Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir:Allah’ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse;Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.” (Riyazü’s-Salihin, Hadis No:1380)

Eğitim ve öğretimin bir başka boyutu ise kişinin sosyal hayattaki kazanımlarıdır ki, bunlar kişinin daha çok tecrübelerini şekillendirir. Sosyal hayatta arkadaşlıklar, komşuluk ilişkileri birlikte yaşadığımız insanlarla kurmuş olduğumuz diyaloglar da bizim eğitim ve öğretim hayatımızın şekillenmesinde önde gelen hususlardır. İyiye doğru yöneliş, muhabbetin en güzeli birbirlerini seven arkadaşlar arasında yapıldığı gibi, kötülüklerde yine arkadaşlıklar vesilesiyle yayılmaktadır.

Günümüzde birçok yanlışlıklar hep arkadaş ortamlarında ortaya çıkmaktadır. Özellikle sigara içimine, gençler arasında yaygınlaşmaya başlayan esrar, eroin, extazi vb. gibi zararlı maddelerin kullanımına hep yanlış arkadaşlıklar sonucu başlanılmaktadır.

Bu sebeple aile olarak bizler, çocuklarımızın kurmuş olduğu arkadaşlıklara dikkat etmeli, arkadaş edinmelerini kısıtlamak yerine tedbiri elden bırakmamak şartıyla olumlu arkadaşlıkların önünü açmalıyız. Sevgili Peygamberimizde arkadaşlıkların önemini şöyle belirtmektedir;  “ Kişi, dostunun yaşayış tarzından etkilenir. O halde her biriniz dost edineceği kişiye dikkat etsin”  (Ebu Davud, Edeb 16)

 İlim öğrenmekte öncelikli maksadımız A’lak Suresinde ki “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” emrine mütenasip Rabbimizin adıyla okumak, yani  kainat kitabını okuyup tefekkür etmek ve böylece Rabbini tanımaktır. 

Toplumun kalkınmasının, mutluluğunun ve huzurla varlığını sürdürmesinin temelinde güzel ahlâk yer alır. O halde eğitimin önceliklerinden biri de Ahlak olmalı. Edep, haya, doğruluk, cömertlik, güvenilirlik, fedakarlık, sözünde durmak, kadirşinaslık gibi erdemlerin aile ortamında öğretilmesi gerektiği gibi, okul ve çevrenin de bu erdemlerin meleke haline dönüşmesi için desteklemesi gerekiyor. Edeb ve güzel ahlakın olmadığı bir eğitimin faydalı olması beklenemez.

Bu gün gerek medyanın yıpratıcı etkisi ile gerekse velilerin yanlış tutumları sebebiyle öğretmenlere saygısızlık yapılması, kabul edilebilir bir şey değil. Kendisine bir harf öğretene 40 yıl köle olmayı vefa borcu gören bir zihniyetin membaı edep ve güzel ahlaktır.

Çocuklarımıza sadece kendi gelecekleri ve özel hayatlarına matuf hedef göstermek elbette eksik ve yanlış bir yöntemdir. Bu ümmetin yeni Ömerlere, Halid bin Velidlere, Selahaddini Eyyübilere, Hz. Aişelere, Hz. Fatımalara, Fatihlere, İbn-i Sinalara, Harezmilere, Ali Kuşculara, Farabilere ihtiyacı var. Eğer  idarecilikte, tıp alanında, teknoloji dalında, sanatta böyle güzide insanlar yetiştiremezsek, birilerinin kurduğu sistem içerisinde varlık mücadelesi vermeye çalışır ama Allah’ın;  “İnanıyorsanız en üstün sizsiniz” (Ali İmran;4/139) müjdesine nail olamayız ve dolayısıyla İslam Medeniyetinin o şaşalı dönemlerini tekrar yakalayamayız.

Bu ise istenilen  bir durum değildir. Çocuklar „önce vatan-millet, sonra ana ve yar“ şuuruyla yetiştirilmeli. Eğitimde bu bilinç kazandırılmalı. Ecdadını karalayan, sözüm ona tarafsızlık ilkesiyle atalarında kusur bulup bunu yeni nesillere anlatan bir eğitmen bir öğretmen ancak o neslin köklerinin kurumasına sebebiyet verir. Kimsenin buna haddi de hakkı da yoktur. Merhum Mehmet Akif’in dile getirdiği gibi:

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! …

-Boğamazsın ki! -Hiç olmazsa yanımdan kovarım.

Bu, ecdadımızın kusursuz olduğunu iddia etmek değil. Elbette onlarda insandır ve noksanları vardır. Bu muhakemeyi ibret nazarıyla yapabilecek olan kişiler, işin erbabı olan ilim adamlarıdır, yöneticilerdir. Tarih tekerrür etmesin diye hatalardan ders alınır ve alınmalı, bu apayrı bir şeydir. Lakin masum dimağlara sahip çocuklara ecdadımızın kahramanlıklarını anlatmayıp sadece bu hatalardan bahsetmenin faydadan çok zarar vereceği her türlü izahtan varestedir.

Bir teferruat gibi görünse de önemli olduğunu düşündüğüm bir mevzuyu hatırlatmak isterim. Peygamber Efendimiz;   Yüce Allah”ı anarak başlanmayan her anlamlı söz veya iş, bereketsizdir/sonuçsuzdur. ( İbn Hanbel, II, 360) buyuruyor. Tam bu noktada, çocuklarımızı okula gitmeden önce abdest almalarını ve derslere abdestli olarak besmele ile başlamalarını tembih edelim. Allah’ın izni ile Rabbimiz onlara yardım edecektir. Çünkü Allah kendisine güvenenleri yardımsız bırakmaz.

Eğitim-öğretim sezonunun bu döneminde, kalbi vatan ve mukaddesat sevgisi ile çarpan tüm öğrencilerimiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, yavrularımıza zihin açıklığı diliyoruz.

Hayatımızı doğru yönde şekillendirmede bizlere yardımcı olan, bizlere bilmediklerimizi öğreten, bildiklerimizi ise daha iyi anlamamıza vesile olan ve bütün zorluklara göğüs gererek bizleri yetiştiren öğretmenlerimizi saygıyla ve minnetle yad ediyoruz.

Kendilerini çok sevdiğimizi ve onları asla unutmayacağımızı dile getiriyoruz. Ahirete intikal etmiş olan öğretmenlerimize Rabbimizden rahmet, dünyada yaşayan öğretmenlerimize esenlikler diliyoruz. Bu vesile ile kendilerinin 24 Kasım Öğretmenler gününü kutluyoruz. Yüce Rabbim öğretmenlerimizi başımızdan eksik etmesin. Kendilerine dünya ve Ahiret mutluluğu nasip etsin. 

HEDEFİ KIZILELMA OLAN TÜM ÖĞRETMENLERİMİZİN GÜNÜ KUTLU OLSUN

Vaazımızı Efendimiz (S.A.V)’in bir hadisiyle bitirelim; “Öğreten, öğrenen, dinleyen ya da ilmi seven/destekleyen ol, dördüncüsü/beşincisi olma, helâk olursun.” (Dârimî, Mukaddime, 26)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu