ÂLEMLERE RAHMET HZ. MUHAMMED (S.A.S)
Bizleri, Allah Resûlü (s.a.s)’e ümmet kılan Yüce Rabbimize hamd ve sena; Peygamber Efendimize, ehl-i beytine ve ashabına salat ve selam olsun. Cumanın feyzi bereketi üzerinize olsun.
ÂLEMLERE RAHMET HZ. MUHAMMED (S.A.S)-ZEKERİYA ACAR-VAAZ-31.10.2025
Bizleri, Allah Resûlü (s.a.s)’e ümmet kılan Yüce Rabbimize hamd ve sena; Peygamber Efendimize, ehl-i beytine ve ashabına salat ve selam olsun. Cumanın feyzi bereketi üzerinize olsun.
Allah Resûlü’nün hayatı ve tebliğ ettiği ilahi mesaj, insanlığın aradığı huzur, adalet, merhamet ve hikmetin en müstesna kaynağı olmuştur. Ümmeti olmaktan onur duyduğumuz iki cihan serveri Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhisselam insanlık âlemini onurlandırmış, insanlığın umudu olmuştur.
Bizler için onun hayatını, yaşayış tarzını, ahlâkını, davranışlarını öğrenmek, her şeyden daha önemli hayatî bir görev, ihtiyaç ve gerekliliktir. Bugün, dünyayı teşriflerinin 1500. yılına ulaştığımız Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s.) hayatı, Müslümanların rehberi olmasının yanı sıra, bütün insanlığa yön gösteren evrensel bir miras niteliğindedir.
Şüphesiz diğer canlılardan insanı ayıran en temel vasıf onur veya şerefle müşerref kılınmasıdır.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Biz insanı en güzel şekilde yarattık” buyururken bunu vurgulamıştır.
Şurası tartışmasız bir gerçektir ki, insanoğlu yaratılmışların en şereflisi, en ayrıcalıklı olanıdır.Bu itibarla insanın izzetinefsi paha biçilemez, yeri doldurulamaz bir özellik arz etmektedir. İnsan onuru mukaddes, insan onuru muazzez ve insan onuru her şeyden muteberdir. Cenab-ı Allah insanı böylesi ulvi bir makamla taltif etmiş ve rahmetiyle onurlandırmış, nuruyla bereketlendirmiş, ihsanıyla ödüllendirmiştir.
Resulü Ekrem Efendimiz, yaklaşık 15 asır evvel cahilliğin ortamına inmiş, ihlâsla müzeyyen çağrılarıyla insanlığın önüne düşmüş, affın, eşitliğin ve keremin tebliğini yapmıştır. Şirke kayanlar, yanlış itikatların peşine düşenler, zalimliğin ve caniliğin dibini boylayanlar O’nun sözleriyle irkilmiş, O’nun davetiyle titremiş ve O’nun dokunuşuyla sarsılmışlardır.
Aile, Peygamberimiz (s.a.s) ile huzur bulmuştur. O, Yüce Rabbimizin emri gereğince aileyi; sevgi ve merhamet, ülfet ve muhabbet, güven ve sadakat üzerine inşa etmiştir. Ailesinin hiçbir ferdine kaba davranmamış, kötü söz söylememiş, onları asla incitmemiştir. “Dikkat edin! Bilin ki, Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır.” (Tirmizî, Radâ, 11) buyurarak; dışlanan, hor görülen, insani ve sosyal haklarından mahrum bırakılan kadına hak ettiği değeri vermiştir.
İnsan onurunu hiçe sayanlar, insana saygıyı yabana atanlar, putların ardından gidenler, kız çocuklarını diri diri mezara koyanlar O’nun sayesinde hak yolunu bulmuşlar, hakikat çizgisini keşfetmişler, rahman ve rahim olan Allah’ı tanımışlardır.
“Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda,… Kişi neler getirdiğini öğrenmiş olacaktır.” (Tekvir;81/8-9)
Çocuklar, Peygamberimiz (s.a.s) ile sevgiyi tatmıştır. Allah Resûlü (s.a.s); utanç vesilesi sayılan, diri diri toprağa gömülen kız çocuklarını koruyup gözeteni, terbiye edip yetiştireni cennetle müjdelemiştir.
Ebû Saîd el-Hudrî”nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim üç kız çocuğunun geçimini üstlenir, onları terbiye edip evlendirir ve onlara güzel davranırsa, ona cennet vardır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 120-121; HM11946 İbn Hanbel, III, 96)
Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor:“Resûlullah (sav) (torunu) Hasan b. Ali”yi öptü.” O sırada yanında Akra b. Hâbis et-Temîmî oturmaktaydı. Akra” şöyle dedi: “Benim on çocuğum var ama hiçbirini öpmüş değilim.” Bunun üzerine Resûlullah (sav) ona baktı ve ardından şöyle buyurdu: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!” (Buhârî, Edeb, 18; M6028 Müslim, Fedâil, 65)
Enes (b. Mâlik) şöyle demiştir: “Resûlullah”a (sav) on sene hizmet ettim. Vallahi bana bir kez olsun “Öf!” bile demedi.” “Herhangi bir şeyden dolayı, “Niçin böyle yaptın?” demediği gibi, “Şöyle yapsaydın ya!” da demedi.” (Müslim, Fedâil, 51; B6038 Buhârî, Edeb, 39)
Gençler, Peygamberimiz (s.a.s) ile değer kazanmıştır. Allah Resûlü (s.a.s) gençlere daima güvenmiştir. Onların fikirlerine değer vermiş, onlara özgüven ve şahsiyet kazandırmış, mizaç ve yeteneklerine uygun sorumluluklar yüklemiştir. “Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşından dolayı hürmet ederse, Allah da ona yaşlılığında kendisine hürmet edecek birisini hazırlar.” (Tirmizî, Birr, 75)
Yaşlılar, Peygamberimiz (s.a.s) ile hürmet görmüştür. Resûl-i Ekrem (s.a.s);“Kim bir yaşlıya yaşından dolayı hürmet ederse, Allah da ona, yaşlılığında hürmet edecek birisini gönderir.” (Tirmizî, Birr, 75) buyurarak yaşlılara ilgi göstermeyi, onlarla alakadar olmayı öğütlemiştir. Yetimin ve mazlumun yüzü Peygamberimiz (s.a.s) ile gülmüştür. Allah Resûlü (s.a.s), “İşaret parmağıyla orta parmağını bir arada göstererek, ben ve yetime kol kanat geren kimse cennette böyle yan yana olacağız.” (Buhârî, Talâk, 25) buyurarak yetimi koruyan, onun haklarını gözeten müminin cennette kendisine en yakın kişi olacağını müjdelemiştir.
Dinimizde sevgi ve saygı gösterilmesi emredilen varlıklar arasında anne ve baba her zaman özel bir yere sahip olmuş, onlara karşı “öf” bile demek yasaklanmıştır. Ayrıca akrabalarla sevgi bağlarının devam ettirilmesi (sıla-i rahîm) konusuna da önem verilmiştir.
Allah Resûlü, kişinin çocuklara karşı da her zaman sevgi ve merhametle davranmasını emretmiş, onları öpüp yanaklarını okşamış, sırtına bindirmiş, hatta namazdayken bile kucağında taşımıştır. Sevgili Peygamberimiz, çocuklarına karşı her zaman oldukça ince ve zarif bir şekilde sevgisini ifade etmiştir. Kızı Fâtıma, yanına girdiği zaman Resûlullah onun için ayağa kalkar, elinden tutar, onu öper ve kendi yerine oturturdu. Hz. Fâtıma bu zarif sevgi gösterisini kendisine örnek edinir ve babasına aynı şekilde davranırdı.Bu tavır sevginin saygıdan ayrılmaması gerektiğini de göstermektedir. Aksi hâlde, kaba ve saygısız davranışlar, insanların incinmesine, zamanla sevgilerini yitirmelerine sebep olmaktadır.
Rahmet Peygamberi, canlı cansız bütün mahlûkata karşı sevgiyle yaklaşmış, hayvanlara, bitkilere, doğaya hulâsa bütün âleme muhabbet nazarıyla bakmış ve en güzel şekilde bunu dile getirmiştir. Peygamberimiz, dağlara, şehirlere duyduğu sevgiyi bile dillendirmiştir. Nitekim Mekke”ye, Medine”ye, Uhud Dağı”na olan sevgisini ifade ettiği bilinmektedir.“Bu bizi seven bir dağdır ve biz de onu severiz. Allah’ım, İbrahim Mekke’yi kutsal kıldı ve ben de onun iki lav ovası arasındakini kutsal kılıyorum.” (Müslim, Hac, 503)
Allah Resulü (s.a.v.) ile birlikte Tebük Savaşı’na çıktık ve oradaki hadisi rivayet etti. Sonra geri döndük ve Vadi’l-Kura’ya vardık. Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ben hızlı gidiyorum. Dileyen benimle birlikte acele etsin, dileyen kalsın.” Bunun üzerine Medine’ye varıncaya kadar yola koyulduk. Medine’ye vardığımızda: “Burası Tabe’dir, burası Uhud’dur. O bizi seven, biz de onu severiz.” (Tirmizî, Menâkıb, 68) buyurdu.
İnsan, kalbinde en çok Allah sevgisine yer verip bütün sevgilerinde O”nun hoşnutluğunu gözetince, daha önce nefret ettiği kişileri dahi sevmeye başlayabilir. Asr-ı saadette Hz. Hamza”yı şehit ettiren Hind ile Resûlullah arasında yaşanan hadise bunun en güzel örneğidir.
İtiraf etmeliyiz ki İslam dünyasının dâhili ve harici sebeplerle içerisinde bulunduğu bugünkü durumu, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin (sas) mesajlarından, onun eşsiz örnekliğinin, ağızlardan gönüllere indirememekten, zihinlere, dimağlara iyice yerleştirememekten, hayata geçirilememesinden kaynaklanmaktadır.
Bugün İslam coğrafyasının dört bir yanında özellikle Gazze’de katledilen masum canların, akan kanın, gök kubbeye yükselen feryatların sebebi bizim Şefkat Peygamberine hakkıyla ümmet olamayışımızdır.
Talmut’tan bölümler: “Yahudi olmayanın mülkü boş arazi gibidir; onu ilk kim işgal ederse sahipliği ona geçer.” (Baba Bathra 54b)
İki devlet Almanya ve Fransa;
- yüzyılda Almanya‘nın Mülheim şehrindeki Ren nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu. Fransızlar her sene nehrin Almanlardaki kısmına geçip mahsulün tümünü toplayıp götürüyorlardı. O sıralar, birliğini temin edemeyen güçsüz Almanlar ise buna fazla ses çıkaramıyorlardı tabi. Her sene böyle olunca çareyi Osmanlı Sultanına durumu yazıp, imdat istemekte bulurlar. Mektupta şöyle demektedir:
“Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir mparatorluğun sultanı, ıslamiyetin de halifesisiniz. Bizi bu zulümden kurtarın. Asker gönderin.Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkanı sağlayın.”
Çöküş faslına girildiği bir zamana denk gelen yardım isteğini inceleyen padişah asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; yalnızca asker elbisesi göndermeyi kafi bulur ve cevabı bir mektupla beraber içi askeri elbise dolu üç çuval yollanır. Şaşkına dönen Almanlar, çuvalı alıp mektubu okurlar: “Fransızlar korkak adamlardır. Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur. Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kafidir. Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin. Mahsul zamanı, nehrin görülecek yerlerinde dolaştırın. Karşıdan gören Fransızlar için bu kafidir.”
Bağ bahçe sahipleri hemen Osmanlı askerinin kıyafetini kapışırlar. Hasat vakti büyük bir heyecanla yeniçeri kıyafetinde, nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar. Ertesi gün, karşıdan gelen haber, Almanların sevinç çığlıkları atmalarına sebep olur: “Osmanlılardan imdat geldiğini düşünen Fransızlar, korkudan köylerini de terkederek iç kısımlara doğru kaçmaktalar. Mahsulünüzü rahatça toplayabilirsiniz. Zulüm sona ermiştir.” Bu olay, Mülheimlıların gönüllerinde taht kurmustur. Giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra Mülheim’a bağlı Karlsruhe müzesine koyup ziyarete açarlar.
Şehrin en yüksek binasına da Osmanlı bayrağı asarlar. Ayrıca, halen olayın yıldönümünde de şehirde bir karnaval düzenleyip hadiseyi temsilen kutlarlar. Bu olay Osmanlı’nın sadece bir yeniçeri kıyafetiyle Almanları Fransızların elinden ve talanından nasıl kurtardığını gösteren maziden elmas bir tablo olarak kalmaktadır…
Bu 1500. yıldönümü vesilesiyle bir daha hatırlamalıyız ki, nübüvvetin şifa dağıtan pınarları kıyamete kadar kurumayacaktır. Server-i kainat Efendimizin sünneti, cahiliye karanlığında boğulan sahipsiz bir toplumu nasıl ihya ettiyse, bugünün insanını da öylece sahil-i selamete ulaştıracak kudrettedir. Yeter ki bizler, onu mukaddes bir hatıra olarak sevgi ve hürmetle yad etmekle yetinmeyelim; rehberlik ve örnekliğine her daim başvurabilelim. Yeter ki bizler, O’na hayatımızın her safhasında yer verebilelim. Yeter ki, O’nun insanlık âlemine takdim ettiği değerlere hakkıyla riayet edelim.
Server-i kainat Efendimizi, O’nu (s.a.v) anlatmak çok zor bir hadisedir. İşte 571 tarihinde doğdu. Bunu her Mü’minin de bilmesi lazım. Şu tarihte 8 Haziran 632’de de vefat etti. Ama misyonu, vazifesi neydi o Peygamberin? Bunu anlamak lazım. O bütün insanlığı kurtarıcı olarak gönderilmiştir. Bakınız! Rahmet sıfatı Cenâb-ı Allah’ın sıfatı olmasına rağmen bir yönü itibariyle bu sıfat Sevgili Peygamberimiz aleyhi’s-salâtu ve’s-selam Efendimize Cenâb-ı Allah tarafından tabii olarak layık görülmüş ve âyet-i kerimede Cenâb-ı Allah celle ve alâ Hazretleri:“Habibim, peygamberim Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ ;21/107) buyurmuştur.
O, bir kurtarıcı olarak rahmettir. Bu kitabın getiricisi olarak rahmettir. Haliyle, hareketiyle, davranışıyla, yaşadığı 63 yıl çocukluğundan ölünceye kadar bir rahmettir. Arkadaşlarıyla olan münasebetlerinden, İslam’ı korumak müdafaa etmek için Uhud’da dişinin kırılışına varıncaya kadar bir rahmettir, bir rahmettir. O peygamber ki! Bu İslâm davası için Mekke’de bunaldığı zaman hani o şairin dediği gibi:
Mekke’de bunalırsan/Medine’ye göçersin
Biz bu dünyadan nereye göçelim, ya Rasûlallah?
Biz de bunalıyoruz, değil mi? Şair böyle diyor. Allah rahmet eylesin. Arif Nihat Asya öyle diyor.
Seccaden kumlardı / Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan / Ezanların vardı.
Ümmet bugün kan ağlıyor, Nereye göçelim? Camilerimiz kan ağlıyor, mabetlerimiz kan ağlıyor. Kur’an mahzun. İslâm mahzun. Mü´minler mahzun.
İmamesi kopartılmış bir tesbih tanesi gibi Müslümanlar dağınık, bin parçaya ayrılmış ve arada sevgi yok, muhabbet yok, hal hatır bilme yok, yardımlaşma yok. Hak dava için hakkı tutup kaldırmak yok. İsyan kol geziyor, günahlar almış başını yürümüş gidiyor. Ama bu böyle mi devam edecek?
Dünyanın çivisi çıkmış. Günahlar durmadan işlenmektedir, arttıkça artıyor. Neden acaba Cenâb-ı Mevlâ belâ musibet göndermiyor? Tevbe edenlerin tevbesine, af dileyenlerin mağfiret dileyenlerin, yalvaranların hürmetine Cenâb-ı Allah göndereceği belâlarda kısıtlama yapıyor. Hadis şöyle;“Sizin meme emen yavrularınız olmasaydı, ibadet etmekten dolayı kalplerinde huşu olan ibadet ehli olanlar olmasaydı, yayılan otlayan dilsiz hayvanlarınız olmasaydı, Allah’a ibadetten saçları ağarmış yaşlı pir-i fani belleri bükülmüş saf halis muhlis imanlı aşık kimseleriniz olmasaydı yağmurun sağanak yağışı gibi üzerinize belâlar inerdi.” ((Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XXII, 309)) diye buyruluyor…
İşte beli bükülmüş ihtiyarlar huzur evinde, çocuklar bakıcılarda. hayat çocukları buluşturdu da ihtiyarları kimse aklına getirmiyor zahmetmiş büyükler çocuklara bakıcı tutuluyorsa anne ve babalar huzurevine bırakılıyor annesinin babasının duasını alamayan evlatlar çok var Allah’ım havadan sudan topraktan çıkan nimetlerinde mahrum etmiyor çok şükür.
Cenâb-ı Allah celle ve alâ hazretleri Sevgili Peygamber’e buyuruyor ki: ”Sen Ey Habibim! Onların arasında bulunduğun müddetçe biz onlara azap edecek, değiliz.” (Enfal; 8/33) Yani çok fevkalade bir musibet, belâ onlara gönderecek değiliz. Neden? Peygamberimize rahmetten. O, koruyucudur. Değil mi? O, koruyucudur.
O bakımdandır ki Mevlid kandilleri idrak edilirken O’nun hayatında çektiği çileler hiç olmazsa ne diyorlar? Empati yapalım ben O’nun yerinde olsaydım ne yapardım? O, çile çekti acaba ben O’nun çektiği çilenin binde birini bu dava için çekiyor muyum? Diye düşünelim.
Hani Veysel Karani hakkında ne derler? Veysel Karani kimdir? Muhadramundan olan bir şahsiyettir. Muhadramun nedir? Ehli olan bilir ki; (Hem Câhiliye devrinde hem İslâmî dönemde yaşamış, Hz. Peygamber hayatta iken veya vefatından sonra müslüman olmuş, ancak onu mümin olarak görememiş kimseyi ifade eder.) Veysel Karani’nin de başına böyle bir şey gelmiştir. Yemen’dedir, iman etmiştir. Peygamberimiz (a.s) onun iman ettiğinin haberini alıyor ve Yemen taraflarına doğru dönerek Veysel Karani’nin kokusunu alıyorum, diye buyurur.
Üveys el-Karanî, Muhammed Mustafa (sav) Efendimizin hane-i saadetine gelir, ama anasının emrine âsî olmamak için görüşemeden gerisin geriye döner. Rasûlullah (sav) eve gelince; “Ya Âişe, evde Üveys’in kokusunu hissediyorum” buyurur. O da, “Evet ya Rasûlallah! Üveys isminde birisi geldi, size çok selam etti, sizi evde bulamayınca, boynu bükük geriye döndü” diye cevap verir.
Fahr-i Kâinat Muhammed Mustafa (sav), dünyadan ahirete irtihali zamanında, Hz. Ömer ile Hz. Ali’ye vasiyet buyurdular: “Hırka-i Saadet ile Tâc-ı Şerif’i Üveys el-Karanî’ye götürüp veriniz, ta ki Üveys ümmetime şefaat etsin.”Ama o Müslümanları Uhud’da yani mağlup demeyeceğim ama saflarında çatlamalar olduğu zamanki husus kendi kulağına eriştiği zaman ve O’nun dişinin de kırıldığı haberi kendisine ulaştığı zaman o ne yapmıştır? O ne yapmıştır? Hangi dişi diyor? Haberi getiren ne diyor? Bu dişi diyor, elle dişini çekiyor. Bu dişini diyor, elle dişini çekiyor.İşte bütün dişlerini eliyle söktüğü söyleniyor.
Şimdi yaşanmış olay anlatmak istiyorum. İtalya’nın biri Müslüman olmuş. Bir Müslüman ile konuşuyor ve ismini de Abdullah almış. Bu Müslüman kendisine diyor ki:
-Sen Müslüman olmadan önceki adın neydi acaba? diye soruyor. Onun cevabı nedir, bilir misiniz? Tahmin edemezsiniz. Bakınız bunu derken de onu bunu tahkir etmiyorum. Onun ağzından olacak olan şeyi söylüyorum. Diyor ki “ben Müslüman olmadan önce adam değildim ki adım olsun. Müslüman olduktan sonra insan olduğumu yani adam olduğumu eşref-i mahluk olarak yaratıldığımı anladım. Benim daha önce hiçbir kıymetim yoktu, hiç değerim yoktu. Sanki bir canlı gibiydim.” O şekilde ifade etmiş.
Müslüman olduktan sonra düşmemek için dua edelim; “Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Al-i İmran;3/102) Böyle durumlara düşmemek için Cenâb-ı Mevlâ’ya yalvaralım, yakaralım, dua edelim. Tevbe istiğfarlar ile meşgul olalım; “Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın!.” (Al-i İmran;3/133)
Mevlid-i Nebi’nin 1500. yıl dönümünde her birimiz şu soruları kendimize soralım.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’e gerektiği gibi inanıp, en çok onu seviyor muyuz? Ona hakkıyla itaat edip emanetine sahip çıkıyor muyuz? Hayatımızı onun sünneti doğrultusunda inşa edip güzel ahlakını kuşanıyor muyuz? Onun yaşlılara karşı hürmetini, çocuklara karşı sevgi ve şefkatini, insanlara karşı nezaket ve merhametini taşıyor muyuz? Her daim ahlak, adalet ve faziletin yanında yer alıyor muyuz?
Gerçekten de Âlemlere Rahmet olarak gönderilen son elçi Hz. Muhammed’in (sas) adını anmak bile ağızlara şerbet, şekerdir. 1950’li yıllarda Erzurum’un Sadık Efendi (1884-1960) diye bir müftüsü varmış. Bizim büyüklerimiz bu müftü efendinin hatıralarını sürekli anlatırlar. Sadık Efendi’nin en büyük özelliği ne zaman Hz. Peygamber’in adını ağzına alsa dilini dudaklarının kenarına sürmesiymiş. Bir gün merak edip sormuşlar: “Müftü efendi neden Hz. Muhammed deyince böyle yapıyorsunuz?” Sadık Efendi demiş ki: “Efendimiz’in adı ağızlara şerbet ve şekerdir. Ben onun adını andıkça ağzım tatlanıyor, bunun için böyle yapıyorum.”
Evet, o (sas) ağızlara şerbet ve şeker, yüreklere şifa ve sekinet, hayatlara huzur ve güvendir. Bugün insanlık ona her zamankinden daha fazla muhtaçtır. Eğer onun (sas) rahmet dağıtan sancağının altında toplanırsa kurtuluşa erecek, yoksa karanlıklardan hiçbir zaman kurtulamayacaktır. Bundan dolayı yapılacak iş, Efendimiz’in (sas) bilme, tanıma ve onun hayata bıraktığı derin izleri kavrama adına gayret göstermektir. Bu küçük çalımanın ortaya çıkma sebebi de budur.
Tarihe not düşen tarihçiler, ecdadımızın uzun bir göç yolculuğu yapan yaralı ya da bakıma muhtaç leyleklerin ve diğer kuşların bakımı ve tedavisi için “Gurebâhâne-i Laklakân” isimli kuş bakım evlerinin ve bu evlerin giderleri için vakıfların kurulduğunu zikrederler.
Tüm bunlar, merhamet mürebbisi Hz. Muhammed (sav) Efendimizin, getirdiği ilahi mesajlar ve hadis-i şeriflerinin topluma ve tarihe yansımalarıdır. Bizim üzerimizde ne oyunlar oynadılar ki, kuşlar için ev yapan bir medeniyetin yüksekliklerinden, İslam âlemi olarak bu acıklı hallere düştük?..
Şu anda bu kaos ve karmaşanın, bir diğer ifadeyle “fitne” halinin tüm acımasız şekliyle İslam coğrafyasında hüküm sürdüğü ve hükmünün sürdürülmeye çalışıldığı ortamda, Müslümanın, doğru bilgilerle donanmasının; yaşananları tahlil etmek, yorumlamak ve değerlendirmek durumunda kaldığı zamanlarda isabet edebilmesinde önemli bir önşart olduğunu söylemeliyiz.
İnsanlar gerçek kurtuluşa erişmeyi istiyorsa¸ o zaman örneğini ve rehberini iyi tayin ve tespit etmeli¸ ona göre hayatına yön vermelidir. Hz. Peygamberin bize getirdiği evrensel mesaj olan Kur’an’a baktığımızda¸ Kur’an’ın bize en güzel örnek ve rehber olarak Hz. Muhammed (s.a.v.)’i takdim ettiğini görürüz. O halde¸ Hz. Peygambere ve onun sünnetine uymaktan başka çıkar yol yoktur.
Sevgili Peygamberimizin İslâm için çektiği ezayı cefayı göz önünde bulunduralım. Ve sahip olduğumuz İslâm’ı hem yaşayalım hem öğrenelim hem de başkalarına da öğretmeye çalışalım,



