Kültür & Sanat

YETİMLERİ GÖZETMELİYİZ

Sözlükte “yalnız olmak, tek başına kalmak” anlamındaki yütm kökünden türeyen yetîm kelimesi çeşitli nesnelerin tekliğini ifade eder.  

YETİMLERİ GÖZETMELİYİZ-ZEKERİYA ACAR-

Reklam Arma Kırtasiye

Sözlükte “yalnız olmak, tek başına kalmak” anlamındaki yütm kökünden türeyen yetîm kelimesi çeşitli nesnelerin tekliğini ifade eder.

Bu anlamdan hareketle babası ölmüş çocuğa da yetim (çoğulu eytâm, yetâmâ) adı verilir. “Yütm”ün asıl mânasının bir çocuğun babasını kaybetmesi olduğu ve tek başına kalma mânasının buradan geldiği şeklinde ikinci bir görüş de vardır. (Lisânü’l-ʿArab, “ytm” md.)

Bir hadiste yetimin zayıflığına işaret edilmiştir; “Allahım! Ben yetimin ve kadının, bu iki zayıf insanın hakkını ihlâl etmekten insanları şiddetle sakındırıyorum.” (İbn Mâce, “Edeb”, 6). Babasını kaybeden küçük büyük herkese (sözlük anlamı bakımından) yetim denilebilirse de; “Büluğ çağına ulaştıktan sonra yetimlik kalkar. Bütün gün geceye kadar susmak yoktur.” (Ebû Dâvûd, Vesâyâ 9) fıkıhta yetim henüz bulûğ çağına ermemiş çocuklar hakkında kullanılır.  Bu hadiste de bulûğ çağından sonra yetimliğin kalkacağı belirtilmiştir. Çocuğun nafakasını temin etme, haklarını koruma ve onu yetiştirmede babanın daha çok rolü bulunduğundan yetimlik özellikle babaya bağlanmıştır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ytm” md.).

Arapça’da annesini kaybeden çocuk için aciyy, hem annesini hem babasını kaybeden çocuk için latîm kelimeleri varsa da gerek konuşma dilinde gerekse yazılı metinlerde yetim bütün bu durumları ifade etmektedir.

Günümüzde bazı Arap ülkelerinin mevzuatında yetim, anne ve babasından her ikisini veya birini kaybeden yahut babası veya hem annesi hem babası bilinmeyen çocukları ifade eder. (Abdullah b. Nâsır b. Abdullah es-Sedhân, s. 50).

Bazı İslâm ülkelerinde ebeveynden birinin kaybolması, çocuğu terketmesi yahut boşanma sonucu ondan uzaklaşması gibi sebeplerle ortaya çıkan hükmî yetimlik de yetim tanımı içerisinde görülmektedir. Babaları ölmüş olan çocuklara bulûğ çağına girdikten sonra da mecazen yetim denilebilir. Nitekim müşrikler Hz. Muhammed’e küçümsemek amacıyla “Ebû Tâlib’in yetimi” derlerdi.

Ayrıca evlendirilirken kendisine danışılması gerektiğini bildiren bir hadiste babasını küçük yaşta kaybeden yetişkin kız için “yetîme” lafzı kullanılmıştır (Ebû Dâvûd, “Nikâḥ”, 23, 25).

Türkçe’de yetim kelimesi genelde babası ölmüş çocuğu ifade etse de (Annesi ölene Öksüz denir.) bazı yerlerde Arapça’da olduğu gibi geniş bir kullanıma sahiptir. Sadece annesini veya hem annesini hem babasını kaybeden çocuğa daha çok öksüz denilir.

“Yetim” kelimesi ergenlik çağına gelmeden babası ölen kız veya erkek çocuğu olarak tarif edilmektedir.

Burada kendi ayakları üzerinde duramayan, korumaya ve doğru yönlendirilmeye muhtaçlık kastedilmektedir. Bu kavramı daha geniş anlamda düşünecek olursak bugün müslümanım diyen toplulukların Kurandan yoksun bir hayat sürmeleri de islamın yetimleri olduğumuzu gösteriyor.

“Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan dolayı üzülme ve Müminlere alçak gönüllü ol.kol kanat ger.”  (Hicr;15/88)

“Her kim Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Her kim de bir Müslüman’ın (dünya sıkıntılarından) bir sıkıntısını giderirse Allah da onun bu iyiliği sayesinde kıyamet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir..” (Müslim, Birr,58)

Allah Teâlâ Mümin kullarını Resûlullah (sav) Efendimize emanet ederek onlara karşı mütevazı davranmasını, yardıma ve himayeye muhtaç olanlarını himaye etmesini tavsiye buyuruyor.

Bu durum sadece Peygamber (sav) Efendimize değil, onun şahsında bütün müminlere yapılmış bir tavsiyedir. Zira Yüce Rabbimiz müminleri birbirine kardeş yapmış, birbirinin derdiyle ilgilenmelerini, birbirinin yarasına merhem olmalarını ve kardeşlerinin sıkıntılarını gidermelerini emretmiştir.

“Her kim Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Her kim de bir Müslüman’ın (dünya sıkıntılarından) bir sıkıntısını giderirse Allah da onun bu iyiliği sayesinde kıyamet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir..” (Müslim, Birr,58)

“Seni yetim bulup da barındırmadı mı? Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi? Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi? Öyleyse sakın yetimi ezme (üzme), senden bir şey isteyeni azarlama!”  (Duhâ;93/9-10)

Yetime iyi davranmak, yetimi korumak ve himaye etmek biz Müslümanların görevidir. Allah (cc), Peygamber (sav) Efendimize, “Sen de bir zamanlar yetimdin. Ben seni koruyup gözettim. Ben seni nasıl himaye etmişsem, sen de diğer yetim kullarıma sahip çık; onların derdiyle ilgilen; sıkıntılarını hallet” buyurmaktadır.

Demek ki, YETİMLER BİZE ALLAH (CC)IN EMANETİDİR. Onları, dertleriyle, üzüntüleriyle baş başa bırakmamalıyız. Koruyup gözetmeliyiz. Kendilerine yetimliğin acısını duyurmamaya çalışmalıyız. Toplumun içerisinde ezilmelerine göz yummamalıyız.

Yetimlere karşı diğer bir görevimiz ise bizden bir şey istedikleri zaman onları kovmamak, gururlarını incitip azarlamamaktır. Şu hâlde insan, Yüce Allah’ın kendisine verdiği elindeki imkânları ve ilâhî lütufları, onları isteyeni kırıp incitmeden vermelidir. Veremeyecek durumdaysa, bu isteği tatlı bir dille geri çevirmeli, kalp kırmadan ve gönül incitmeden bunu yapmalıdır. “Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kalkan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.”  (Mâûn,107/1-3)

Ebu Cehil, bir yetimin vasisi idi. Bir gün o yetim üstü başı çıplak bir vaziyette Ebu Cehil’e geldi. Aslında kendisine ait olan miras malından istedi. Ebu Cehil ise o yetimi sertçe itekledi ve yanından kovdu. Ebu Süfyan bir kurban kesmişti, yetim birisi kendisinden bir parça et istedi. Ama o, yetime et vereceğine asasıyla o yetime vurdu. Bu ayet-i kerime bunlar için nazil olduğu biliniyor., “Hayır, hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz? Yoksulu yedirmek konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.” (Fecr;89/20)

İnsan Allah’ın emirlerini yaptığı, yerine getirdiği ölçüde mutlu olur. Yasaklarından kaçındığı ölçüde ona bağlı olmanın manevi zevkine ve hazzına ulaşır. İnsanlara iyi davrandıkça, onları kendisinden memnun ettikçe, kederli gönülleri sevindirdikçe yaşamanın güzelliğini fark eder.

Dini yalanlayan yani İslâm’ı tanımayan kimse, gönlünde Allah’a saygı, insanlara sevgi taşımayan kimsedir. Böyleleri öksüzleri, yetim ve kimsesizleri kucaklayıp bağrına basmaz. Aksine onları iter, kakar, hor görür. Yetimleri kırmaktan, ezmekten geri durmaz. Fakirleri ve yoksulları doyurmak, onların ihtiyaçlarını gidermek için gayret göstermediği gibi, başkalarının yardım etmesine de ön ayak olmaz. Ebu Cehil’in yaptığı gibi…

Demek ki dindar olmayan kimsede şefkat ve merhamet duyguları körelmiştir. Onların insanî yönleri, merhamet hisleri büyük ölçüde ölmüştür. Yetimin başını okşayan kimsenin kalbi yumuşar. Sehl İbni Sa`d (ra)den rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav): “Resûlullah (sav), “Ben ve yetime kol kanat geren kimse cennette böyle (yan yana) olacağız.” buyurdu ve aralarını hafifçe açarak işaret parmağıyla orta parmağını gösterdi.” (Buhârî, Talâk 25, Edeb 24.-Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Birr 14).

İslâm”ın ilk yıllarıydı ve ardı ardına inen âyetler inananlara yetim hakkını hatırlatıyordu:

 “Hayır, hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz.”  (Fecr, 89/17)

“Seni yetim bulup da barındırmadı mı?” (Duhâ, 93/6)

“Sakın yetimi aşağılama!” (Duhâ, 93/9) 

“Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.” (Mâûn, 107/1-3)

Ca”fer… Peygamberimizin amcasının oğlu. Efendimiz ona “kardeşim” derdi. Allah Resûlü. Ca”fer”in ailesine üç gün zaman vermişti, içlerindeki üzüntü gözyaşlarıyla aksın, biraz olsun sakinleşsinler diye. Cafer bin Ebu Talip Mûte Savaşı”nda şehit düşmüştü.

Allah Resûlü, Ca”fer”in derin bir hüzne boyanmış olan evindeydi. “Bugünden sonra kardeşime ağlamak yok.” diye söze başladı. Sonra, “Getirin bana kardeşimin çocuklarını.” dedi. Ca”fer”in oğlu Abdullah, kendisi anlatıyor: “Bizi getirdiler, Allah Resûlü”nün karşısında dizildik. Kuş yavruları gibiydik.” diye…

Allah Resûlü, beklenmedik bir şey yaptı. Hayatın aktığına bir alâmet olsun, üzüntü ve kahırdan saçları darmadağın olmuş bu yetimlerin yüzleri açılsın, ışıl ışıl parlasın diye berber çağırdı. O an bir berberin çocukların saçını kesmesi en son düşünülecek şeydi sanki…

Allah Resûlü, çocukların saçlarını kestiriyordu, yarın bayrammış gibi…Allah Resûlü”nün aralarını hafifçe açtığı işaret ve orta parmaklarını göstererek ashâbına seslenişi, tüm canlılığıyla gözlerimizin önünde duruyor: “Ben ve yetime kol kanat geren kimse cennette böyle (yan yana) olacağız.” (Buhârî, Talâk, 25) Peygamber Efendimiz, gönüller anlasın, gözler canlandırsın diye dünyada bir yetimi kollayan, onun derdine ortak olup sofrasında yetimle ekmeğini paylaşanların, cennette bu şekilde kendisinin yanı başında bulunacağını anlatıyor bize. Yetim Peygamber yetimlere sahip çıkıyor…

  Allah Resûlü, babasını yitirmiş yavrulara kol kanat geren, her zorluğa rağmen onların üstüne titreyen, hatta onları kendisine tercih eden anneleri de unutmuyor. Sevgili Peygamberimiz (sav) bu konuda başka bir rivayette şöyle buyurmaktadır: Ben ve (karşılaştığı sıkıntılar ve bakımsızlık yüzünden) yanakları kararmış kadın kıyamet gününde şu ikisi (işaret parmağı ve ortak parmak) gibi yakın olacağız. O kadın ki, kocasının ölümü sebebiyle dul kalır da asil ve güzel olduğu halde çocukları yetişinceye ya da ölünceye kadar kendisini yetim çocuklarının bakımına hasreder (ve evlenmez).” (Ebu Davut, Edep, 120, 121. Hadislele İslam. 4/ 289) Annesiz babasız büyümüş Allah Resûlü”nden daha iyi kim anlayabilir yetimleri…

Yine Sevgili  Peygamberimiz (sav) yetimler konusunda şöyle buyurmaktadır: İbn Abbâs”tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Müslümanlar arasında kim bir yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek şekilde sahiplenirse, affedilmeyecek bir günah işlememişse, Allah onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizî,Birr, 14)

Ebû Hüreyre”den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: 

“Müslümanlar(ın evleri) arasında en hayırlı ev, içinde kendisine iyi davranılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar arasında en kötü ev ise, içinde kendisine kötü davranılan bir yetimin bulunduğu evdir.” (İbn Mâce, Edeb, 6)

Ebû Hüreyre”nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah”ım, ben iki zayıfın; yetim ve kadının hakları konusunda (insanları) şiddetle uyarıyorum, onların haklarına el uzatılmasını (özellikle) yasaklıyorum.” (İbn Mâce,Edeb,6; İbn Hanbel,II, 440)

“Hz. Peygamberimiz (sav) yetim malı yemeyi yedi büyük günah arasında saymış ve şöyle buyurmuşlardır: “Siz (fertlerin ve milletlerin mahvolmasına sebep olan) helâk edici yedi günahtan sakınınız!” Ashab-ı Kirâm: “Yâ Rasûlallah! Bunlar hangileridir?” diye sorunca, Peygamberimiz (sav): “Allah’a şirk (ortak koşmak), büyü yapmak, Allah Teâlâ’nın öldürülmesini haram kıldığı kimseyi öldürmek, tefecilik yapmak, yetim malı yemek, düşman ile savaşırken kaçmak, evli ve hiç bir şeyden haberi olmayan namuslu bir kadına zinâ isnâd etmek ve iftira atmaktır” (Müslim, İman,253) buyurmuşlardır.

KALBİNİN KATILIĞINDAN DERT YANAN BİR ADAMA PEYGAMBER EFENDİMİZİN 

 “Yetim(ler)in başını okşa, fakir(ler)i doyur!” buyurduğu nakledilir. (İbn Hanbel, II, 387) Yetimin başını okşamak, kuşkusuz ona sevgi ve merhamet göstermenin yanı sıra kimsesizliğini unutturup ayakta durabilmesi için yardımcı olmak demektir.

Bu noktada Allah Resûlü;“Müslümanlar arasında kim bir yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek şekilde sahiplenirse Allah onu mutlaka cennete koyar. Ancak affedilmeyecek bir günah işlemiş ise o başka.” (Tirmizî, Birr, 14) buyurarak, yetimleri sahiplenip, onlara kol kanat gerenlere cenneti muştular.

Nitekim Kur”an da kendi ihtiyacı olduğu hâlde malını yetimle paylaşanları, gerçek anlamda iyilik yapan kimseler olarak tanımlar.  “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah’ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!” (Bakara, 2/177)

Hz. Peygamber”in eğitiminden geçmiş olan Abdullah b. Ömer”in, sofrasında bir yetim bulunmadan yemek yememeye özen göstermesi; “Abdullah bin Ömer, sofrasında bir yetim olmadıkça yemek yemezdi.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 60) Bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyeti ortaya koyması bakımından çarpıcı bir örnektir.

Diğer taraftan Resûl-i Ekrem; “Müslümanlar arasında en hayırlı ev, içinde kendisine iyi davranılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar arasında en kötü ev ise içinde kendisine kötü davranılan bir yetimin bulunduğu evdir.” (İbn Mâce, Edeb, 6) buyurarak, yetime yapılan muamelenin iyi ya da kötü olmasının bir yuvanın iyi ya da kötü olmasını belirleyen önemli bir ölçüt olduğunu bizlere hatırlatmaktadır.

Yetimler önceliklidir. Bu çocukların bazısı şehit çocuklarıdır, bazısı annesini ya da babasını hastalığa, kazaya kurban vermiştir. Ve hatta kimileri de dünyanın değişik yerlerinde birilerinin dünyalık arzularına kurban edilmiş, daha çocukluklarını yaşayamadan şehirleri yıktığı kadar ruhları da tahrip eden savaşın soğuk yüzüyle karşılaşmıştır. Anneleri, babaları artık yanlarında değildir… Onlar sahip çıkılmayı herkesten çok hak ederler. Onlar Hz. Peygamber”in yanındaki Enes gibi olmayı arzularlar.

YETİM MALI YEMEK NE BÜYÜK GÜNAHTIR!

Cana kıymak, iftira atmak gibi hususlarla beraber, insanlığı felâkete sürükleyen yedi büyük günahtan biri olarak Allah Resûlü”nün dilinde yer bulan bu günah;“Yedi büyük helak edici günahtan kaçının. Denildi ki: Ey Allah’ın Resulü! Bunlar nelerdir? Buyurdu ki: Allah’a ortak koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymak, yetim malı yemek, faiz yemek, savaş günü yüz çevirmek, iffetli, habersiz, mümin kadınlara iftira atmak” (Müslim, Îmân, 145) tüyü bitmemiş yetimin hakkını gözeten yüksek bir inancın ve medeniyetin temsilcisi olarak bizler için affedilemez bir davranıştır. Bilakis bizler için anne ve babalarından birer yadigâr ve Allah”ın birer emaneti olan yetimleri gözetmek, cennete açılan kapıdır.

Yetim malı yemekten sakındıran bu uyarılarla birlikte, yetimin bakımıyla ilgilenen kişinin fakir olması hâlinde, ihtiyacı oranında bu maldan almasına müsaade edilmiştir.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, kendisine gelip fakir olduğunu, fakat baktığı bir yetimi bulunduğunu söyleyen bir adama; israf etmemek, saçıp savurmamak ve malı kendi üzerine geçirmemek şartıyla o yetimin malından harcamada bulunabileceğini söylemiştir. “Abdullah b. Abbâs”ın naklettiğine göre; 

“Yetimin malına yaklaşmayın; yalnız ergenlik çağına erişinceye kadar (onun malına) en güzel biçimde yaklaşabilirsiniz.” (En’âm, 6/152) âyeti ile; “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.” (Nisâ, 4/10) âyeti inince yanında yetim bulunanlar hemen Hz. Peygamber”in meclisinden ayrılıp o yetimin yemeğini kendi yemeklerinden, içeceğini de kendi içeceklerinden ayırmışlardı. Bu sefer de yetimin sofrasındaki yemeğinden bir miktar artmaya başladı. Yetimin malını haksız yere yemeyelim diye onlar kalan yemeği de saklıyorlardı. Ama bu yemek beklediği için bozuluyordu. Bu durum ashâba zor gelmeye başladı. Olanı biteni Allah Resûlü”ne anlattılar. Çok geçmedi ki; “Sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: Onları iyi yetiştirmek (yüz üstü bırakmaktan) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, işleri bozanla düzelteni bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. Çünkü Allah güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara, 2/220) âyet-i kerimesi indi. (Ebû Dâvûd, Vesâyâ,7) Bunun üzerine sahâbe-i kirâm yetimlerin yiyeceklerini kendi yiyecekleriyle, içeceklerini de kendi içecekleriyle karıştırdılar. Sahâbenin bu hassasiyeti, Peygamber Efendimizin cennette kendisine komşu olacağını müjdelediği;“kâfilü”l-yetîm” yani yetime kol kanat geren kimse olmak içindi.(Buhârî,Talâk, 25)

Sözlüklerde “kâfil” kelimesi kefalete bağlanıyor ve her ikisi de “kifl”e dayanıyor. “Kifl” ise eyer, elbise, kat, pay ve savaşta firar etmek için arkada kalanlar demektir. (İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XXXXIII, 3905) Aslında bu hâliyle hadiste kullanılması son derece manidar bu kelimenin… Yetime kol kanat geren, yemeyip yediren, giymeyip giydiren demektir kâfilü”l-yetîm…

Yetim babası, yetimi kendi çocuklarından ayırmadan kol kanat geren anne, yetim yavrunun hayattaki nasibine tutunması için vesile olur. Onu soğuk kış gecelerinde sevgi ve şefkat yumuşaklığıyla sarmalayan elbise olur… Karşılıksız değildir bu. Zira yetime arka çıkan kişi; “Ey iman edenler! Allah”a karşı gelmekten sakının ve Peygamberi”ne iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Hadîd, 57/28) âyetinde geçen ve “kifleyn” diye ifade edilen “iki kat pay” ın talibidir artık… Allah Resûlü;

“Allah”ım, ben iki zayıfın, yetim ve kadının hakları konusunda (insanları) şiddetle uyarıyorum, onların haklarına el uzatılmasını (özellikle) yasaklıyorum.” (İbn Mâce, Edeb, 6) buyurmuştur.

Yetime her yönden baba olmak, analık etmek gerekir. Kefalet, malî, mânevî, sosyal pek çok yönü olan bir görevler zinciridir. Bu kapsamda yetimin malı korunmalıdır. Yetimin malına, doğrudan zarar vermek bir yana, zarar verebilme ihtimali olan durumlara karşı bile uyanık olmak gerekir.

Nitekim Allah Resûlü”nün malî konularda yeterli görmediği Ebû Zerr”i, yetimin malına velî olmaması için uyardığı nakledilmektedir.

“Ey Ebu Zerr, seni zayıf görüyorum ve kendim için istediğimi senin için de istiyorum. Öyleyse iki kişiyi yönetici yapma ve yetimin malını da kendine saklama.” (Müslim, İmâret, 17)

Allah Resûlü yetimin malının, ona bakan kişi tarafından yetimin geleceği için işletilmesini, eriyip gitmesine ve tükenmesine izin verilmeksizin nemalandırılmasını istemiştir. Efendimiz; “Dikkat edin! Kim malı olan bir yetimin velîsi olursa, o malı ticarette değerlendirsin ve onu (çoğalmadığı için) zekâtın yiyip tüketmesine terk etmesin.”  (Tirmizî, Zekât, 15) buyurur.

Sahâbe-i kirâm da bu tavsiyeye kulak vermişler, bunu bir ilke olarak benimsemişlerdir.

  • Meselâ Hz. Ömer, eriyip gitmemesi için yetim malının çalıştırılması üzerinde ısrarla durmuştur.

“Yetimlerin mallarıyla ticaret yap ki, zekât onları tüketmesin.” (Muvatta’, Zekât, 6)

  • Âişe”nin de, kendi uhdesindeki yetim mallarının işletilmesi doğrultusunda hareket ettiği

bilinmektedir.  (Muvatta’, Zekât, 6)

  • Peygamber”in;“Ergenlik çağına geldikten sonra yetimlik yoktur.” (Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 9) ifadesi, yetimliğin ne zaman

bittiğine dair sınırı belirlemektedir. Ancak buradaki “ergenlik çağına ulaşmak” ifadesinden maksat, hakikî anlamda çocuğun ergenliğe adım atması mıdır? Yoksa bunun başka bir izahı var mıdır?

İbn Abbâs”a, “YETİMLİK NE ZAMAN BİTER?” diye sorulduğunda, “Ömrüme yemin ederim ki, adam vardır, sakalı çıkar da hâlâ kendi hakkını almaktan âciz, kendi namına bir şey vermekten âcizdir. İşte kişi kendi hakkını alacağında başkalarının alışverişi gibi doğru ve yeterli davranabiliyorsa, artık o zaman yetimlik durumu sona ermiş demektir.” diye cevap verir. (Müslim, Cihâd ve siyer, 137)

Kur”an da evlilik çağına gelinceye kadar yetimlerin gözlemlenip kendi ayakları üzerinde durup duramayacaklarının iyice anlaşılması, nihayet hayata atılabilecek bir hâle geldiklerinde mallarının kendilerine teslim edilmesi istenir.

“Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine) uygun olarak yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap sorucu olarak da Allah yeter.” (Nisâ, 4/6)

Elinden tutulup hayata hazırlanmayı bekleyen yetim bir yavru, duygusal, bedensel ve zihinsel yönden korunup kollanmaya muhtaç bir emanettir. Bu yüzden Allah ve Resûlü, tıpkı kadınlar ve köleler gibi toplumun en hassas ve kırılgan kesimlerinden biri olan yetimler hakkında da son derece dikkatli davranılmasını istemişlerdir.

İnsanoğlu en büyük mutluluğun servet, makam ve kudret gibi değişken ve aldatıcı şeylerde olmadığının farkına vardığında, bir çocuğun gözlerindeki ışıltının her şeyden daha kıymetli olduğunu hissedecektir. İşte o vakit; “Dünya ve ahiret hakkında (lehinize olan davranışları düşünün ve ona göre hareket edin). Sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: Onları iyi yetiştirmek (yüz üstü bırakmaktan) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, işleri bozanla düzelteni bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. Çünkü Allah güçlüdür, hakîmdir.” (Bakara, 2/220) âyeti, hayatımızda hak ettiği yeri almış olacaktır.

YETİMLERİ GÖZETMELİYİZ

YAŞADIĞIMIZ DÖNEMDE YETİMLERİN DURUMU

Yapılan araştırmalar neticesin dünyamızda 400 milyon yetim var. Bu sayı savaşlar sebebiyle daha da artmakta. Günümüzde bu yavrularımızı şu dört temel tehdit bekliyor.

  1. Organ Mafyaları
  2. Fuhuş ve kötü yolda kullanılma
  3. Savaş ve Silah
  4. Misyonerler

Kendi çocuklarımız hastalandığında bile ne kadar üzülüyor. Dünyadaki yetim ve sahipsiz yavrularımızı bu tehditler beklerken bizlerin rahat ve vurdumduymaz bir hayat yaşamamız mkün mü? Hamd olsun bizim toplumumuz yetimini koruyan bir toplum. Yetiştirme yurtlarına gittiğimizde bu çocukların büyük bir ekseriyeti parçalanmış ailelerden oluşuyor. Yetim aile ziyaretleri yapıyoruz. Şuna şahit oluyoruz eksiklikler de olsa çocuklar anne ya da akrabalarının yanında büyüyor.

KURAN-I KERİM YETİMLERE NASIL YAKLAŞMAMAMIZI EMREDİYOR?

1- Yetimin malına en güzel şekilde yaklaşın (En’âm, 6/152; Nisâ, 4/10)

2- Yetimlere iyilik edin-onlara güzel davranın (Bakara, 2/83; Nisâ, 4/36)

3- Yetimlere adil davranın (Nisâ, 4/127)

4- Mallarınızdan yetimlerin hakkını verin ve onlara infak edin (Bakara, 2/215)

5- Yetimleri yedirin-içirin (İnsan, 76/8; Fecr, 89/17;  Beled, 90/15-16),

6- Yetimleri azarlamayın ve horlamayın (Duhâ, 93/9; Mâ’ûn, 107/1-2)

İşte Kuran-ı Kerim’de rabbimizin yetimlere nasıl yaklaşmamız gerektiği konusundaki uyarıları ve emirleri bunlar. Bizler bu ayetlere rağmen bu toplumsal soruna karşı duyarsız kalma ihtimalimiz var mı?

Kuran’dan Kopuk Hayat Neticesinde Değerlerimizi Kaybediyoruz

Değerlerin allak bullak olduğu böyle bir dönemde bizlere çok ciddi sorumluluk düşmektedir. Değerlerimizi tek tek yitiriyoruz. Niye? Artık bakışlarımız menfaat olmuş. Toplumumuzda Allah, ahiret hassasiyeti bayağı azaldı.

Böyle bir dönemde Müslümanlar olarak Rabbimiz tarafından gönderilen Kuran’a sımsıkı sarılmamız, onu hayatımızın merkezine koymamız gerekiyor. Çünkü bizler dünyaya imtihan için gönderildik. Sabrettiklerimizin ve yaptıklarımızın karşılığında cennet var. Herkes yarına ne hazırladığına bir baksın. Neyin mücadelesini veriyoruz. Neyin peşinde koşuyoruz. Sadece Allah’ın rızasını gözetmeliyiz. Kötülüğe iyilikle cevap vermeliyiz. Birbirimize anlayışlı ve merhametli olmalıyız.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir